4 Kasım 2016 Cuma

MAĞDURLAR


Sayın C.başkanı, mağdur edebiyatı yapılmasından müşteki.
Gözaltına alınmış ya da tutuklanmış gazeteci yok, teröre yataklık edenler var diyor.
Kürtçüdür-bölücüdür, fetöcüdür-darbecidir diyor. Eskiden solcudur, bölücüdür, gericidir nitelemesi de vardı. Şimdi 'at izi, it izine' karışınca sayı azaldı. Ama şüphelilerin sayısı yüz
binleri aştı!..
Her an sayılar değişebilir. Bia.net.'in son gözlem bildirimine göre 71 basın mensubu
cemaate bağlı, 29'u kürt-bölücü gazeteci olmak üzere 128 gazeteci tutuklu ya da gözetim
altındadır. 155 medya organı kapatılmıştır. 2.500 kişi çalışanı işsiz kalmıştır.775 basın kartı, 49 pasaport iptal edilmiştir. 191 gazeteci toplam 2 .152 yıl hapis cezası istemiyle yagılan-
maktadır. Birisi için de müebbet ağır hapis cezası istenmektedir..
Fikir özgürlüğü kavramını bir türlü içimize sindiremedik. Satandart bir ölçü de tuttura-
madık. Yazı yazanların hangisi, hangi ölçülere göre mahkemelik olur, gözetim altına alınır,
ya da tutaklanır? Bir ölçümüz oluşmadı..Yukarıdaki tablo da bunu göstermektedir.
Şiddete dayanmayan, silaha sarılmayan fikir ürünleri suç üretmezler. Yazıp çizenler
şüpheli ya da suçlu işlemi görmezler. Genel ölçü budur.
Anayasa'nın 25. mad.de “ Herkes düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir.” ,”...kimse
düşünce ve kanaatinden ötürü kınanamaz ve suçlanamaz.” demektedir. 26. mad. “Dü-şünceyi açıklama ve yayma” hakkını düzenlemektedir. Düşünce ve kanaatlerin ' tek başına ve toplu olarak açıklanabilir' demektedir.
Bu hürriyetin kullanılması “ ...milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği; Cum-huriyetin temel nitelikleri, Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçluların cezalandırılması, devlet sırrı vb...” sebeplerle; ancak kanunla düzenlenir (sınırlanır )denilmektedir..
Güncelde neler olmaktadır?
15 Temmuz darbe teşebbüsü bahane edilerek KHK'lerle Anayasa'nın dediklerinin tam
aksine hareket edilmektedir. Olağanüstü Hal İlanı'nın verdiği olanaklar kullanılmaktadır.
Beylik deyimle kurunun yanında yaşlar da yanmaktadır..
Birisi, bunu söylese kıyamet kopmakta; söyleyen fetöcü, terorist, darbeci vb. ilan edilmektedir.
Arada bir görevine iade edilenler, devlet hizmetinden uzaklaştırılanların KHK ile geri alındıkları da olmaktadır. Ancak bu sayısal olarak çok azdır. Hergün yüzlerce kişinin göz altına alındığı, tutuklandığı, devlet görevinden atıldığı bir süreçte, geriye dönüşler çok sınırlı kalmaktadır.
Fetö'nün devlete sızdığı değil, devleti işgal ettiği görüntüsü ağır basmaktadır. Bunların
kimler olduğu aslında devletin kayıtlarında vardır. Meclis önünde ifade veren bir Eski G.K. Başkanı, 'Biz bunları izliyorduk ve listesini hükümete bildiriyorduk!' dedi.
Görevini yaptığı için bu kişi hapislerde yattı. Terörist ilan edildi. Hükumet görevini
yaptı mı? YAŞ kararları ile ordudan atılması gerekenlere, şerh konularak, orduda kalmaları
sağlandı! Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?
Beraber yürüdük biz bu yollarda!”; “ Ne istediler de vermedik?” vb söylemleri dün hükümet başkanının, bugün Sayın C.başkanının sözleridir.
Ayrıca, bu fırsattan yararlanılarak, muhalif sesleri susturma gayreti de görülmektedir.
Muhalif gazeteciler göz altına alınmaktadır. Gazeteler susturulmaktadır. Amaç 'tek ses, tek
nefes çıksın!' istenmektedir. O da sadece iktidarın sesi ve nefesidir...
Bunun adı demokrasi değildir!
Sağlıcakla kalın... Bursa, 31.10.16 Hasip ÖZTÜRK
Saliyazilari.blogspot. com hasipozturk@hotmail.com

10 Ekim 2016 Pazartesi

VURUN TÜRKİYE'YE


AB ve ABD'ye göre Türkiye asi bir ülkedir. Hizaya gelmesi için her fırsatta vurulmalı! Eski silah arkadaşı! bildiğimiz Almanya durup dururken, Ermeni Soykırımı kararı aldı. Aradan yüzyıl geçmiş. Birleşmiş Milletler kırklı yıllarda 'soykırımın şartlarını' belirlemiş. Sözde Ermeni Soykırımı iddiası bu tanıma uymamaktadır.

           O yıllarda Almanya, Osmanlı Devleti'nin en yakın müttefiki idi. Ordularının başında
Alman generalleri vardı. Böyle bir olay yaşanmış ise en yakın tanıklar Alman subayları idi.
Engel olmamışlarsa, göz yummuşlarsa onlar da sorumluydular...

         ABD'nin Doğu Anadolu'da yüzlerce hatta binlerce yatılı okulu vardı. On iki bini aşan
yerli-yabancı çalışanları vardı. Öğretmen görüntüsü altında binlerce ajanları bulunuyordu.
Nelerin olup bittiğini onlar bilirdi ve arşivleri vardı. Bu okulları ve kiliseleri silah deposu
olarak kullandılar. Niye açmazlar, yüzyıldır arşivlerini?...

         Osmanlı'da asi Ermeni komitacıları, batılı silah ve cephaneleri nereden buluyorlardı?
AB ülkeleri derseniz, o devrin 'emperyalist'leriydi. İsyancı Osmanlı Ermenilerini madden,
manen kışkırtanlar onlardı. Silah ve cephane sağladılar. Osmanlı devletini içeriden çökert-
mek için, sadık Ermeni yurttaşları kışkırttılar, çıkarlarına alet ettiler! Ermenilerin ve kom-
şu yaşadıkları Türklerin felaketine sebep oldular. Şimdi sözde ' soykırım kararları' ile
günah çıkarırlar...
       Sonra Yunanlıları üstümüze saldılar. Anadolu Rumluğunu içeriden kullanmak istediler..
Hepsi birden yenildiler! Anadolu Rumluğu, Mübadele ile Yunanistan'a yollandı. Türk-
Ortodoks Karaman halkı da, bu hayhuyda Yunanistan'a hediye edildi. Oysa Anadilleri Türkçe
idi. İbadetleri Yunancaydı. Bizim Arapça ibadet edip Türkçe konuşmamız gibi..Onlar bizim
gibi öz be öz Türktüler! Yunanca bilmezlerdi. Karamano Türkçesi konuşurlardı.

       Türklere vurmak bitmedi! Ermeni yurttaşları kışkırtan 'emperyalist' ülkeler soykırım
sopasını her fırsatta sırtımızda kırıyorlar. ABD Başkanı'nın her 24 Nisan günü ağzından
çıkacak sözü, nefes almadan bekliyoruz! 'Büyük Felaket' diyerek Ermenileri memnun
ediyor, 'soykırım' demediği için bizi...Esasta 'dama' diyerek önemli bir bedel alıyor!
Fransa Anayasa Mahkemesi, 'soykırım olmadı' demeyi yasaklayan ve cezalandıran
kanunu iptal etti!..Okkalı bir şamar bu! 'Ermeni Soykırımı Uluslararası bir yalandır!'
diyerek, İsviçre'nin 'yalan' diyen kararına direndi.İsviçre Mahkemesi Sayın Doğu Perin-
çek'i mahkum etti. Doğu Perinçek'in başvurusu üzerine AİHM'de İsviçre mahkum oldu!
İsviçre Federal Mahkemesi de mahkumiyet kararını bozmak zorunda kaldı. İkinci bir şamar
oldu. Bu başarılar, Sayın Perinçek ve Talat Paşa Komisyonu'nun çabasının sonucudur.
Şimdi Almanya bizi niye öptü? Soykırım kararını ne diye aldı? Sözde dostumuzdu,
müttefikimizdi! 3.5 milyon Türk topraklarında yaşıyordu. Hiç düşünmeden neden böyle
yersiz bir karar aldı? Vurun Türkiye'ye! Türkiye asidir! Emperyalistlerin tekerine çomak
sokmaktadır! Parçalanmaya direniyor! Alın elinize soykırım sopasını!

         Yüzyıldan beri ABD'nin, AB'nin, Almanya'nın, Fransa'nın Türkiye'ye bakışında bir
değişiklik olmamıştır. İştahlı tilki gibi etrafımızda yalanarak dolanırlar! Hem dost geçinir-
ler, hem sözleşmelerle sözüm ona bağlıdırlar; kötülükte hiç geri durmazlar! Yöneticilerin,
aydınların, halkın bilinçli olması gerekir.

         Eski düşmanlar dost olmazlar! Kaf dağının arkasına geçmek istiyorlar. 'Atın önünde-
ki eti, itin önündeki otu' biz koyduk. Geçemiyorlar. Dost göründüklerine, modern ve
insancıl tavırları aldatmasın! Onlar emperyalisttir! Varsıllıklarını başkalarının varlığını
sömürerek sağlarlar! Şimdi Irak'ın, Suriye'nin, Kafkasların, İran'ın Orta Asya'nın enerji
zenginliğini paylaşma zamanıdır. Önlerindeki engel Türkiye'dir...
                  
          Kendi belirledikleri iktidarlara bile katlanamıyorlar! Vurun Türkiye'ye!
Sağlıcakla kalın.... Hasip ÖZTÜRK
Saliyazilari.blogspot.com, hasipozturuk@hotmail.com.
07.10.16, Bursa

4 Ekim 2016 Salı

LOZAN HEZİMETMİŞ!


24 Temmuz'da Lozan Anlaşması'nın yıldönümünde, Sayın C.Başkanı ”..Lozan
Anlaşması devletimizin tapusu gibidir. “ demiş; emeği geçenlere şükranlarını sunmuştu.
Şimdi, “TSK'nın yurtdışında görev süresinin uzatılması tezkeresine..” sıra gelince, 29 Eylül' de “ Lozan'ın bir zafer olduğuna bizi inandırmaya çalışıyorlar!” diye-rek çelişkiye düşmüştür.

Aslında biz bu söylemlere yabancı değiliz. “Lozan'ın bir hezimet!” olduğunu yazan, söyleyen şeriat ağaları (!) vardır. Dayandıkları ciddi bir dayanakları yoktur. İnandırıcı bir kanıtları olmamıştır. Dedikleri dedikodudan öteye geçmez!. Ciddiye de alınmazlar...
Bu sözün bir Cumhurbaşkanı ağzından söylenmesi ciddiye alınır. “ Cumhurbaşkanı sorumsuzdur..” denilip geçilemez. Söyleyeni bağlar, ülkeyi bağlar. Bunu ben söylesem gülünç olurum! Fikir hürriyeti içinde söylenmiş bir sözdür der geçerim. Ama bir ülkenin cumhurbaşkanı bu iddiada bulunursa, Lozan Anlaşması'nı tartışılır hale getirir.
Güncel olan ne vardı? TSK'nın tezkeresinin uzatılması oylanacaktı. Yandaşlarını
heyecanlandırmak istemiş olmalı. Buna gerek yoktu ki, tezkere muhalefetin desteği ile
kabul edilmişti. Yine destekleneceği kamuoyuna bildirilmişti.. Öyle de oldu!..
Lozanı tartışılır yapmanın gereği neydi?

Bağırsak duyulacak adaları verdik! “ diye yakınmış. Bunlar Lozan'da verilmedi.
Ulu Hakan diye yere göğe sığdırılamayan II.Abdülhamit zamanında, Osmanlı döne-
minde anlaşmalarla verildi. Yunan adaları Balkan Savaşı sonunda Yunanistan'a verilmişti. On iki Adalar diye bilinen güney Ege adaları, Trablusgarp savaşından sonra İtalyanlar tarafından işgal edilmişti. Kıbrıs adası da daha önce İngiltere'ye verilmişti. Bunların hepsi Ulu Hakan II.Abdülhamit zamanının kayıplarıdır..

II.Abdülhamit, darbe vesvesesi sebebiyle Donanmayı Haliç'e hapsetmişti. Gerekli
olduğunda hiçbirisi Haliç'den çıkamadı. Çanakkale Boğazı dışında İtalyan ve Yunan donanması fink atıyordu. Bütün adaları ele geçirmişlerdi.
Lozan Anlaşması ile hiç değilse Gökçeada ve Bozcaada geri alınmıştı.
33 yıllık Abdülhamit iktidarı zamanında 1.5 milyon/km/ kare imparatorluk toprakları
elden çıkmıştı. Bunun hesabının Lozan'da sorulmasının bir anlamı var mıdır?
Hadi sayın Cumhurbaşkanının tarih bilgisi bunlara yetmeyebilir. Bunu bir kalem
geçelim. Etrafındaki danışman ordusu içinde tarih bilgisi olan yok mudur? Sayın Cum-
hurbaşkanı'nı çelişkiye düşürürler!
Bir de güncele bakalım!

Sayın R.T. Erdoğan'ın iktidarı sırasında, Türk sınırları içindeki 17 ada ve 135 kayalık
göz göre göre Yunanistan'ın işgaline bırakılmıştır. Yunanlılar buralara asker çıkarmışlar,
Cumhurbaşkanları Papulyas'a denetleme törenlerini yaptırmışlar! Bunlar niye gündemde değil? Bu adalar Koyun, Formoz, Hurşit, Eşek, Bulamaç, Nergizcik, Diyonisades, Kalelim-
noz, Koçbaba, Keçi, Ardıççık, Sakarcılar, Dia, Koufanisi, Gavdos, Gaidhournisi ve Adacık'
tır. Ayrıca 135 kayalıkta artık Yunan bayrağı dalgalanıyor.
Kardak kayalıklarından Yunan askerini çıkaran SAS komandolarının komutanı ne oldu? İktidarın paralelinin, TSK' yı içinden vurmak için icat ettiği Balyoz gibi sahte davalar
sebebiyle Hasdal'da hapsedildi...

Sorumluluk taşıyanlar ağızlarından çıkacak sözlere herkesten çok dikkat etmelidir.
Ha ben zaten “ sorumsuzum” istediğimi yapar, istediğimi söylerim diyorsa; ölçülü
olmanın kimseye zararı yoktur.. ..

Rahmetli Karacaoğlan, Bulgar Dağı yamaçlarından, sazını tıngırdatırken “.. iğneden
ipliğe sorulur bir gün...” diye seslenirmiş...
Sağlıcakla kalın...  
    
Hasip ÖZTÜRK
Saliyazilari.blogspot.com, hasipozturk@hotmail.com, Bursa
04.10.16

18 Ağustos 2016 Perşembe

Saliyazilari: BU NASIL DARBE

Saliyazilari: BU NASIL DARBE: 15 Temmuz darbesi herkesin aklında bir şüphe tortusu bırakmıştır! Gerçek bir 'askeri darbe mi, darbe görüntüsü al...

17 Ağustos 2016 Çarşamba

BU NASIL DARBE


15 Temmuz darbesi herkesin aklında bir şüphe tortusu bırakmıştır!
Gerçek bir 'askeri darbe mi, darbe görüntüsü altında bir tezgah mı?'
Gün ışıyınca görülen 'bir paralel güç' gösterisi olduğudur. Allahtan bu yurdun has
evlatları, canları bahasına bu darbeyi önlemiştir..
Askeri hiyerarşinin en üst seviyelerine kadar 'düşman sızma' olanağı bulmuştur.
En üst düzeydeki komutanların 'yaverleri, korumaları, özel kalem müdürleri vb.'
düşman kanadın adamları çıkmıştır..
Genel Kurmay Başkanı, en yakın adamlarının aldatması ile 'derdest' edilmiştir.
En yakın çalışma arkadaşlarından şiddet görmüş, önüne konulan bildiriyi imzalaması ve tv kameraları önünde okuması istenmiştir. Başına silah dayanmıştır! Darbeciler istediklerini
alamamışlar. Çok sayıda generalin, amiralin, üst subayın 'darbeci' olarak listelerde adı geçiyor. Yaşları ve konumları itibariyle bunların hepsinin 'fetöcü' olması mümkün değildir. Mevcut YAŞ düzeninde terfi edemeyecekler de bu tehlikeli yola desteklemiş olabilir. İlginç
olanı, AKP'nin iktidar olduğu süreçte albaylıktan generalliğe terfi edenlerin çoğu 'darbe kalkışmasına' katılmış olmasıdır. Belli ki 'fetocüler' general seviyesine kadar tırmanmışlar. Daha yüksek rütbe eksiğini de makam vaadi ile 'transfer' etmişler.
Askerin, polisin, yargının, bürokrasinin, emniyetin, jandarmanın kilit yerlerine adamlarını koymuşlar. Oradan yukarıya istenmeyen bilgi çıkmıyor. Saat 16.00 sularında MİT
Müsteşarı Genelkurmay Başkanı'na bilgi veriyor. Bilgi kime verildi? Bizzat GKB.'na mı,
Fetöcü yaverlerine mi? Bilgi orada tıkanmış ve yerine varmamış anlaşılan! Peki MİT Başkanı niye C.Başkanına, Başbakana veya Savunma Bakanına bilgi vermemiştir? İkili mi oynuyorlar?
Düğünde toplanan kuvvet komutanları, astlarına emir vermediler mi? Verdiler de o
gün tesadüfen(!) orada hazır olan Fetöcü astlarına mı emir verdiler? Göz göre göre nasıl
derdest edilip sucuk gibi bağlandılar?
Eniştesi, özel telefonu ile C.Başkanına erişiyor. Bir yakını Başbakan'a erişiyor. Haberi
onlar veriyorlar. Herkesi dinlemeyi başaran teknolojiye sahip Mit ve sair istihbarat kaynak-
ları nasıl olurda C.Başkanı ile irtibatı koparırlar? Bunlar çok tartışılacak konular? Mide bulundırıcı sonuçlar? Fetöcü sızıntılar devletin zirvesine kadar tırmanmış ve yuvalanmışlar?
Kim getirdi bunları? “ Ne istediler de vermedik?” diye yakınan Sayın R.T. Erdoğan
ve AKP iktidarı.. Besledikleri karganın gözlerini oymasına ramak kalmıştır!..Sayın C.Baş-
kanı'nın canına kastedenler kıl payı ile kaçırmışlar. Enişte sağolsun! Uyarmış! Oteli basma-
ları, bombalamaları boşa gitmiş! Meclis'in Başbakana tahsisli bölümü de vurulmuştur. Bunlar tesadüfi seçilmiş hedefler değildir.
'Ne istediler de vermedik?' yakınma değildir. İhmal ve teseyyüptür! İtiraftır! Kazanla
verirsiniz, hem yemeği yerler, hem kazanı pislerler..!!
Yıllardır 'sorular' çalınır. Bazıları haketmedikleri yerlere girerler. Hak ederek gelenlere dünyayı dar ederler. Baksanıza askeri okullardan, kıta görevinden istifa edip baskı yüzün-
den ayrılanların sayısına! Kimsenin dikkatini çekmedi mi? Kazana pislendiğinin farkına va-
ran olmadı mı? Oysa hergün denetim yapılır! Ben askerlik hayatımda en ağır zılgıtı bir nöbet sahabı yemiştim. Alayın Nöbetçi Amiri, 'Gaziantep yolu boyunda, çite yakın eşek leşini görmedin mi?' diye fırça atamıştı. Densizin biri kaşla göz arasında, başka yer yokmuş
gibi çitin kıyısına atıp gitmiş! Çitin dışındaydı, ama olsun, görevin içindeydi. Çelik gibi bir
esas duruşla, tabanca gibi bir topuk vuruşuyla askeri mahkemeden yırtmıştım!
Devlet görevi yapanlar, çevrelerinde nelerin olup bittiğini izlemek zorundadır. Yılan
birgün büyür sokar!. Yıllar boyunca Fetöcüler her yere sızmışlar. Şimdilik bir fedöpar yaptılar. Çoğu deşifre oldu, kalanı pıstı! Bunların ardında Cia, Mossad vb yabancı gizli örgütler var. Kaynakları çok. Halktan vergi (himmet) topluyorlar.Gelecek darbe daha
sert olacaktır. İktidar olmak için paralel aramak boşunadır...
Sağlıkcakla kalın... Hasip ÖZTÜRK
Saliyazilari.blogspot.com. 20.07.16, hasipozturk@hotmail.com

1 Temmuz 2016 Cuma

GÜVENLİK AÇIĞI YOKMUŞ.!!


Güvenlik açığı yok da, bu sinekler nereden girdiler?
Var ki bir delik dirsek, içeri dalıyorlar.
IŞID için yönetim erki bir türlü 'terörist' diyemedi. ' Dini hassasiyeti olan üç beş
asabi çocuk!' diyen de oldu. Bunu biliyoruz. Bu kabuller doğru ve isabetli değildir.
Yaralılar ve hastaları alıp Türkiye'ye getirip tedavi ettirdiniz!
Türkiye içindeki kamplarda toplayıp 'savaş eğitimi' verdiniz!
Türkiye'den bin sekiz yüz kişinin eğitilip militan olarak yollandığı dillerde!
İnsani yardım malzemesi diyerek, onlara silah yolladınız!
Buna karşı çıkan kamu görevlilerini hapislere tıktınız!
Suriye sınırından girenler, yerli turist gibi Ankara'ya, İstanbul'a erişmeyi başardılar.
Trene binerken, en kuytumuza kadar bizi yoklayanlar, onları niye yoklamazlar?
Uzun namlulu silahı ile adam Havaalanı'nın en kritik yerine kadar elini kolunu
sallaya sallaya girebilmiş! Bu nasıl 'güvenlik açığı yok'luğudur?
Atatürk Hava Limanı, 43 ölü 239 yaralı!
Türkiye'nin kalbine bıçak sokulmuştur!

Sahiller boş, turistik oteller boştur. Onca insan buradan geçim sağlıyordu. Birçok
ülke, Türkiye'nin güvenli olmadığını yurttaşlarına uyarıyor! Şimdi oldu mu bu?
Bir yandan İsrail'e isteğince taviz verip anlaşma yapılıyor. Turist gelsin diye!
Rusya'nın savaş uçağını düşürmüşüz. Pilotunu öldürmüşüz! Özür üstüne özür diliyoruz!
İsterse tazminat ödemeye dünden hazırız! Neden? Turistlerin önünü açsın! Sebze, meyve
ihracının kapısını aralasın diye!
Atatürk Hava Limanı'nda 43 ölü, 239 yaralı, terör saldırısına uğramışız!
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!

Paralel bahanesi ile Türkiye'yi yöneten kadroları darmadağın ettiniz!
Yerine koyduğunuz 'dini hassasiyeti olan' yandaşlarınız işi bilmiyorlar!
Terörist de geçer, tren de geçer!
Yönetim başlı başına bir iştir! Türkiye'yi yönetemiyorsunuz!
Yönetim bilgi işidir. Yönetim kadro işidir, niyet işidir! Biri eksik olursa herşey berbat
olur! Herşeyi berbat ettiniz!
Dürüstlüğü yok ettiniz!
İnançları sarstınız!
Güveni sarstınız!
Anayasa'yı paspasa çevirdiniz! Yarına güven kalmadı..
Hava Limanı'nda kıyamet koparken, Meslis'den Yargıtay, Danıştay yasa taslaklarını
geçirdiniz. Yani Yargıtay ve Danıştay üyeleri artık sizin istediğiniz kişilerden olacak!
Yargı da elinizde...

Oğlan sizin, kız sizin! Denetim neymiş! Kuvvetler ayrılığı neymiş?
Başkan olunca herşey düzelecekmiş! Şu anda fi'ilen zaten başkan rolündesiniz!
Neden düzelmiyor da, daha kötüye gidiyor?
Türkiye'de on bir ayda on bir büyük patlama olmuş!
Bu patlamalar olurken siz ne yapıyordunuz?

Artık müftüler de nikah kıyacaklar! Herşey düzelir! Yargı da sizde, yürütme de sizde!
Meclis çoğunluğu zaten sizde! Oh Oh düğün bayram. Alt tarafı on bir ayda on bir patlama
olmuş! Yüzlerce kişi ölmüş, bine yakın yaralı varmış! Güney doğudan hergün şehit cenazesi
geliyormuş! Türkiye'nin güvenirliği yerle bir olmuş! Ne gam?

' Oğlan sizin, kız sizin!' Çalın, oynayın!
Sağlıcakla kalın.. Hasip ÖZTÜRK
Saliyazilari.blogspot.com hasipozturk@hotmail.com




15 Haziran 2016 Çarşamba

TENCERENİN KARASI


Alman Federal Meclisi, 1915 'de Türkiye'nin Ermenilere Soykırım Yaptığı yolunda bir karar
almış. 650 parlamenterin üçte biri oylamaya katılmış.Biri olumsuz, biri çekimser ve kalanı evet oyu
vermiş. Durduk yerde bizi incitecek boş bir karar almışlar. Hele AİHM İsviçre kararı ortada iken..

Gereksiz ve yararsız bir iş yapıldığında, Yozgat'da dinlediğim bir Muhtar-Seyis öyküsü aklıma
düşer. Muhtar ile seyisi zamanın forslu, pahalı iki atlı yaylısıyla şehre iniyorlarmış. Yol üstünde bir inek mayısı görmüşler. Muhtar, arabayı durdurtmuş. O sabah neşesi yerindeymiş. “ Yahu Seyis! Şu gördüğün mayısın yarısını ye, atlarda araba da senin olsun!” demiş.. Seyis biraz düşünmüş!” Bir yanda iki atlı yaylı, bir yanda mayıs! Bir servet! İkiletmeden inip mayısın yarısını yemiş!. Muhtar tamam atlar da araba da senin. Beniş şehre götür getir demiş.'
İlçede işler bitmiş dönüyorlar. Muhtar keyfsiz.Gergin ve suskun otururmuş. Boşboğazlik ettik
yaylıyı Seyise kaptırdık diye pişmanmış. Seyis de durumun farkındadır. Tam mayısın kalan yarısı hizasına gelince, arabayı durdurmuş. “Muhtar ağa, şu mayısın kalan yarısını yersen, atlar da, araba da senin olur!” demiş. Muhtar ikiletmemiş! Arabadan inmiş mayasın kalanını yemiş!
Seyis “ Yahu Muhtar, yola çıkarken atlar da araba da senindi. Şimdi köye dönüyoruz, yine senin! Biz bu b. niye yedik?” diye sormuş..

Almanya Birinci Dünya Paylaşım savaşında ortağımızdı! Azından biz öyle sanıyorduk. Orduyu
Alman generallerine teslim etmiştik! Kaytan bıyıklı Alman Kralı Wilhelm üç kez İstanbul'a gelip gitmişti. Yetmemiş bir de Alman Çeşmesi yaptırmıştı! Ayrıca Bağdat demiryolunu yapmaya talipti.
Niyesini bildiğimiz halde bilmezden gelmiştik..
İki savaş gemisini, Çanakkale Boğazı'na yollayıp sığınma (!) isteğinde bulunmuş. Kucak
açmıştık. Meğer tuzakmış! Gemiler Karadeniz'e çıkıp Rus Limanlarını bombalayınca, zoraki savaşa
girmiştik. Sözde silah arkadaşıydık. Almanya yenilince biz de yenik sayılmıştık. Osmanlı tasfiye olmuştu. Almanya'nın sanayisi var, petrolü, kömürü yokmuş. Bir yandan Karadeniz'in kuzeyinden Kafkas petrollerine erişmek istermiş. Yörenin Türk asıllı halklarını silahlandırıp Rusya üstüne sü-
rermiş. Onların kırılmasına ve Sibirya'ya sürülmelerine sebep olmuş. Öte yandan bizi Kanal Sefe- rine zorlamış. Mısır'ı zorlarsak,İngilizin bilmem kaç tümeni orada tutulu kalacak idi. Ruslara yardıma gelemesinler diye binlerce askerimiz yok yere kırılmıştı. Petrol bölgesinden bizi iyice uzaklaş-
tırdılar. Yani bizi seyis yerine koymuşlar!..
Seyisin sorusunu sormak gerekmiş! Cemal Paşa'ya sormuşlar, savaşa niye girdik? Cevap “As-
kere maaş ödeyecek paramız yoktu!”demiş. İkinci Dünya paylaşım savaşında biz savaşa girmedik. Alman orduları Trakya sınırlarımıza dayandı.Trakya'da Majino hattı gibi Çakmak hattı inşa ettik. Eğer Almanya, 36 Tümenini harcamayı göze alsaydı, Anadolu'ya gireceklerdi. Kafkaslara ve Irak Petrolüne üstümüzden erişeceklerdi. Göze alamadılar..
Hitler o savaşta, milyonlarca insanın ölümüne sebep oldu. Ona arka çıkan Almanların yarıdan çoğu halen yaşıyor. On milyon kadar insanı sırf Yahudi'dir diye gaz odalarında öldürüp yaktılar.
Yağlarından sabun yapıp yıkandılar. Kendilerini arınmış mi saydılar acep? Üstelik Yahudiler onlara saldırmamıştı. İsyan etmemişti. İnsanlarına kıymamışlardı. Kiliselerine doldurup yakmamışlardı. Yaşayan Almanların, oy verenlerin hiç günahı yok mudur?

Şimdi NATO'da ortağımız, müttefikimiz! AB'nin başat ülkesi. 3.5 milyon Türk'ü barındırıyor.
İstihdam açığını kapatıyor. 3., 4. nesil Türkler her yerde; işveren, belediye başkanı, milletvekili vb. Ama kendi ülkesi hala ABD işgali altında. Bizimkiler Almandan fazla alamancı olmuşlar! Sözde Soykırım kararına önayak olanlar, evet oyu verenler arasında onlar da var..

Sahi Seyis'in sorusunu sormanın sırası gelmedi mi? Sürekli kazık yiye, yiye bu hallere düştük!
Devlet yönetmek kolay değil. Hele dış siyaseti yönetmek daha zordur. “ Ey Merkel!. Ey AB!, Ey ABD!..” diye haykırmakla işler yürümez. Bilgi ister, deneyim ister! İncelik ister. 'Ayyaş' dediği İsmet Paşa yıllarca savaşa sokmadı Türkiye'yi. Hatırladınız mı​? Sıfır sorun diye yola çıkmıştınız. Etrafımız sorunla çevrildi, içimiz de sorun oldu. Dostumuz kalmadı. 'Dost' bildiğimiz Almanya, göre göre golü atıverdi kalemize...
Almanya'nın bu karardan yararı ne olabilir? Niye yaptı? Almanya'da yaşayan 3.5 milyon Türk'ü 'Alman Müslümanı' na mı dönüştürecek? Sığınmacı restine karşı, Türkiye'nin eski yarasını kaşıyıp elini mi zayıflatacak? Türkiye'yi yönetenlere bir 'acı ders ' vermek miydi niyeti? Ya da Ortadoğuya bodoslamadan dalmak mıydı?

Anam bizi “ Ele benzemezler!” diye azarlardı. Ele benzemek ortak ve evrensel değerleri pay-
laşmak anlamına gelir diye düşündüm. Sahi dost bildiklerimizle, halkımızla barışık mıyız? Ortak
değerlere, evrensel değerlere saygılı mıyız? Hukukun evrensel ilkelerini paylaşıyor muyuz? Dost,
düşman işbirliği içinde. Suriye sahasında uçağın gezemiyor. İncirlikten kalkan uçaklar soydaşları
vuruyor! Yoksa durduk yerde “ Tencere dibin kara, benimki senden karar!” mı diyorlar? Hele bir deyiverin sunların cevabını...
Sağlıcakla kalın... 15.06.16, Bursa Hasip ÖZTÜRK
Saliyazilari.blogspot.com hasipozturk@hotmail.com

18 Mayıs 2016 Çarşamba

EFRENK HALKI'NIN DEMOKRASİ DİRENİŞİ


Efrenk, Aslanköy'ün eski adıdır.
Adı daha Efrenk iken, 1947 yılında, muhtarlık seçimi yapılacaktır..
Zamanın seçim yöntemi 'açık oy, gizli sayım'dır. Mersin il yönetimi, eski muhtar
Tahir Şahin'in kazanmasını istemektedir. Ama halkın tercihi farklıdır. Halk, Harun Yedigöz'ü muhtar seçmek istemektedir. Seçim Halkçılarla Demokratlar arasında bir çekişme konusu olalcaktır. O yıllarda halkın deyimi ile seçim “eskiciler” ile “ yeniciler “ arasında geçecektir.
Seçimin 21 Şubat 1947 günü yapılması gerekirdi. Ayak oyunları erken başlayınca
seçim ertelenmiştir. Köy İhtiyar Heyeti ve eski muhtar, seçimi Köy Odası'nda yapmak iste-
miş, sonra niyet değiştirip Halkevi'nde yapmaya karar vermiştir. Demokratların adayı Ha-run Yedigöz ve arkadaşları, sandık başında müşahit olmak istemişler. Muhtar kabul etme-
miştir. Muhtar ve İhtiyar Heyeti huzurunda seçim başlamıştır. İlk oy kullanan üç dört seçmen seçim sandığının arkasında bir delik olduğunu ihbar edince, tartışma çıkmıştır.
Bucak Müdürü'nün gelişine kadar seçim ertelenmiştir.
Bucak Müdürü 23 Şubat 1947 günü gelmiştir.
Seçim başlatılmış. Sabah 08.30 da oy verme başlamış ve akşam 20.00 de bitmiş-
tir. Bucak müdürü, hastalandığını söyleyerek sayım-döküm işleminin ertesi günü yapılaca-
ğını bildirmiştir. Seçim sandığı Köy Odası'na kilitlenmiş ve başına iki jandarma eri nöbete
konulmuştur. Köy halkından kadınlı, erkekli yüz kişi kadarı da Köy Odası'nın etrafını çevir-
miş ve oy sandığına sahip çıkmıştır. Efrenk halkı karın üstüne ateş yakarak sabaha kadar sandığın güvenliğini korumuşlardır. Bu sırada Jandarma karakolu sandığın Karakolda muhafazasını istemiş ise de halk seçim sandığını vermemiştir. .
24.02.1947 günü Bucak müdürü ve Köy İhtiyar heyeti huzurunda sayım-döküm yapılmıştır. Eski muhtara 54 oy, yeni aday Harun Yedigöz'e 566 oy çıktığı saptanmıştır. Seçim mazbatası ve sonuç belgesi Nahiye Müdürü tarafından tanzim edilmiş ve yeni Muh-
tar Harun Yedigöz'e, vilayete teslim edilmek üzere verilmiştir. Seçim sonuçlarını Valiliğe
teslim etmek üzere, birkaç aza ile yola çıkmışlar.
Köylünün ısrarı ile seçim sandığı ve sayımı- dökümü yapılan oylar mühürlü san-dıkla birlikte öğretmen Mustafa Kubilay'a teslim edilmiştir...
Bunlar olup biterken, eski muhtar, sonucu beklemeden, seçimi kaybettiğini anla-yınca, birkaç azayı yanına alarak Mersin'in yolunu tutmuştur. Zamanın valisi T.S.Gür'e seçimi kaybettiğini haber vermiş ve tedbir istemiştir. Vali seçim sonuçları gelmeden, seçi-mi iptal ettiğini söyleyerek J. Yzb. Dağgeçen ile Özel İdare müdürünü, yeniden seçim yap-mak üzere Efrenk'e yollamıştır. Yanlarına yeteri kadar Jandarma katmıştır. Eski muhtar Tahir Şahin de onlarla birlikte, kamyonla yola çıkmıştır..
Kamyonları, yolda kara saplanınca, çevreden temin etttikleri atlarla yollarına devam etmişler. Yolda yeni seçilen muhtar Harun Yedigöz ve arkadaşlarına rastlamışlar. Onları da yanlarına katarak Efrenk'e getirmişler. Yeni Muhtar Harun Yedigöz, elindeki seçim sonuçla-
rnı, azalardan birine vererek Valiliğe iletilmesi için yollmıştır.
Valinin görevlendirdiği heyet, Efrenk'e varınca, ilk iş olarak öğretmen Mustafa Kubi-lay' a teslim edilen seçim sandığını ve sayımı-dökümü yapılmış oyları istemiştir. Öğretmen
Mustafa Kubilay, bu sandığın halk tarafından kendisine tutanakla teslim edildiğini beyan ile
teslime yanaşmamıştır. Ancak Savcıya teslim edebileceğini bildirmiştir.
Olaylar sandığın ve sayılmış oyların teslim edilmemesi üzerine başlamıştır. Jandar-
ma Yüzbaşı'sının sandığı zorla almak üzere Jandarmayı görevlendirmesi, halkın sandığı
ve oylarımızı vermeyiz, “ Oylarımız namusumuzdur! Teslim etmeyiz!” biçiminde öğretme-
nin evi çevresinde toplanmaları ile başlamıştır.
Akşam eski muhtar T. Şahin'in evinde birlikte içen J.Yzb., Tahir Şahin'i muhtar seç-
tirmekte kararlıdır. Jandarmaya süngü takmasını, karşı koyanlara ateş etmesini, kapıyı kı-
rarak sandığı almasını emretmiştir. Yaşlı genç, kadın erkek, kucağı bebeli kadınların evin
etrafını çevirip direnmesi üzerine; Yzb da tabancasını çekip bir, iki şarjörü havaya ve
insanların üstüne doğrultup boşaltmıştır. Öğretmenin evinin kapısı çevresinde insan boyu
hizasından aşağılarda çok sayıda kurşun izi bulunmuştur. Jandarma zor kullanınca halk da
bedenlerini duvar yapıp direnmiştir. Bu arada taşla ya da sopa ile yaralananlar olmuştur. Hamile kadınlar ve nineler de bu saldırıdan nasiplerini almışlardır. Akşamın mahmurluğun-
dan sıyrılamamış Yzb., dengesini yitirip düşerek yaralanmıştır. Savunmasında taş ile sal-
dırıya uğradığını savunmuştur.
Vilayetin desteklediği eski Muhtar Tahir Şahin'in yeniden muhtar seçilmesi için böyle bir çatışma yaşanmıştır. Yaşlı, genç, kucağı bebeli, yüklü kadınlar; erkeklerin yanında ve en önde oylarını savunmuşlar. Olaylar çığrından çıkınca, düzeni koruyacak kamu görevli-leri de taraf haline gelince; Vilayet Silifke Jandarma Okulu'ndan Yedeksubay Mehmet Çağlar komutasında 145 er ve 4 subayı Efrenk'de düzeni sağlamak için yollamıştır.
Bunlar Efrank'e geldiklerinde huzurun yerli yerinde olduğunu görmüşler.
Ortaya yeniden sandık konulmuş ve yeniden seçim yapılmıştır. Demokrat Partililer,
sandığa küsmüşler ve oy vermeye katılmamışlar.
Görevliler şehre dönünce Efrenk halkının bu direnişinin 'devlete karşı isyan olduğu-nu' ihbar etmişler. Haklarında kovuşturma başlatılmış. Köyden kadın, erkek 92 kişi gözaltı-na alınmış. Mersin Sorgu Hakimliği 47 kişiyi tutuklamış. Tutuklular bir süre Mersin Ceza-evin'de tutulmuşlar. Mersin Ağır Ceza Mahkemesinde duruşmaları başlamış. Sonra Adalet Bakanlığı, güvenlik gerekçesiyle, dosyayı Konya Ağır Ceza Mahkemesi'ne nakletmiştir. Tu tuklular Konya Cezaevi'ne nakledilmiş ve tahliyelerine kadar orada kalmışlardır.
Olay Türkiye bazında çok gürültü koparmıştır. Adana, Mersin, Konya, Isparta, Anka-ra, İstanbul, Antakya, Afyon, Kayseri , Muğla vb illerin avukatlarından çok sayıda kişi
Efrenk sanıklarını gönüllü savunmayı üstlenmişler..
Aralarında çok sayıda çocuklu kadınların, yaşlı kadınların da bulunduğu Efrenk'li
sanıkların yargılaması 1947 yılında başlamış, 11 duruşmadan sonra 23.06.1948 tarihinde karara bağlanmıştır. Konya Ağır Ceza Mahkemesi, bir süre sonra sanıkları salıvermiştir.
Duruşmalar sırasında kimsede silah, patlayıcı madde vs. olmadığı anlaşılmakla;
suçun vasfı değişmiştir. 'Devlete karşı isyan yerine, ' kamu görevlisine mukavemet ve yaralama' suçları sabit görülmüştür. Duruşma sonucunda sanıkların 19 'una 6'şar ay 11'er gün; 11'ine de 6' şar ay hapis cezası verilmişmiştir. Geri kalanlar da beraat etmişlerdir.
Karar duruşmasına sanıklar gelmemiş ve avukatların yüzünde karar bildirilmiştir.
Sanıklardan Hasan Koç, Osman Yavuz, Yahya Özgür, Tahir Bozkurt, Muhittin Yıl-dırım, Cemal Kurt, Osman Gürbüz, Selim Gündüz, Hamza Özgür, Harun Yedigöz, Ömer Gürbüz, Hacı Ali Yıldız, Abdulkadir Yavuz, Elife Dağdur, Elife Bozdoğan, Nedime Yıldız,
Mehmet Uçar, Zeynep Türkmen, Ayşe Çelik altışar ay 11'er gün ; Bilal Gün, Ahmet Kurt, Mehmet Gürbüz, Osman Öztürk, Ümmü Kurt, Mumine Koçak, Müslime Yazmış, Hasan Yavuz, Durmuş Yıldız, Emin Dindar ve Osman Keçeli'nin altışar ay hapislerine karar veril-
miştir.
'1947 yılında yapılan muhtarlık seçimlerinin köy muhtarlıklarının % 91’ni CHP, % 4’nü DP ve % 5’ini bağımsızlar kazanmıştır. Halkın %95'inin Demokrat Partili oldu-ğu bilinen köylerde bile sonuç değişmemiştir. Demokrat Partili olup da muhtar seçi-
lenlerin mazbataları iptal edilmiştir. Dönemin Başbakanı Recep Peker’in “Seçimlerde zor kullanma olmamıştır” demesini' yaşanan olaylar yalanlamıştır..
Efrenk -Aslanköy halkı oylarına sahip çıkmıştır. Kamu görevlilerinin yasa dışı müdahalelerine direnmişler; oy sandığını ve oylarını kaptırmamışlar. Demokrasi uğ-runa kadınlar emzikli bebeleriyle aylarca hapislerde yatmışlar. Konya gibi aykırı bir yerdeki mahkemeye gidip gelmek zorunda kalmışlar. Halk onlara sahip çıkmış, araç tahsis etmiş; Konya'da yemek ve yatacak yer göstermişlerdir....
Efrenk- Aslanköy, Torosların 1400 m. rakımında; Bulgar Dağları eteğinde kurulmuş bir Yörük-Türkmen köyüdür. Şimdi yeni açılan yoldan Mersin'e uzaklığı 60 km dir. O yıllarda Mersin'e inmek için önce Fındıkpınar'a inmeleri gerekirdi. Fındık-pınar'dan sonra daha 40 km yol vardı. Düzenli yol yoktu. Düzenli araç yoktu. Aşırı kar yağardı. İlk karla birlikte Durnaz Boğazı kapanırdı. Boğaz 1500 m rakımlıydı.
Bütün bu yokluklara karşın halkı okumaya, yazmaya meraklıydı. Bugün halkın okuma-yazma oranı %100 dür. Gençlerinin yarıdan çoğu lise ve hatta üniversite mezunudur. Türkiye'nin hemen her yerinde, her kurumunda görev yapan bir Aslanköylü vardır.
Osman Şahin bu köyden yetişmiş bir yazardır. Çok sayıda dizinin senaryosunu yaz-
mıştır. Çok sayıda eseri filme çekilmiştir. Onlarca dile çevrilmiştir. Behzat Ay bu köyden yetişmiş bir yazardı.. Kestel Onbaşı bu köydendi. Kadınları akşama kadar tarlada, bahçe-de çalışırlar; kendi yazdıkları oyunu akşam oynarlardı. Dünyada namları yayılmıştır. Hemen her kıta'da gösterilerini yapmışlar ve davet olunmuşlardır. Ümmiye Koçak önde gelen bir örnektir.. 'Anaocağı' dizisinin Ümmiye Anası odur.
Efrenk adı, MS. 999 yılında, I.Harçlı Seferleri sırasında, Kılıçaslan'ın baskısından yılan Frankların, Dümbelek Boğazı'ndan yöreye inmesiyle alınmıştır. Bu ad 1950 yılına değin köyün adı olarak kalmıştır. Sonra Yörük-Türkmen halk yöreye yerleşmiştir. Kışın çok
karın yağdığı bir yer olarak bilinir. Fındıkpınar üstünden Mersin'e erişilirdi. 1500 m rakımlı
Durnaz geçitinden geçilmesi gerekirdi. Sonra Yavca üstünden yeni bir yol açıldı. Yaz- kış
açık olan bu yol ulaşımı rahatlattı.
Efrenk adı 1950 yılında Aslanköy olarak değiştirildi. Bu değişim Şanlıurfa, Gaziantep Karamanmaraş gibi bir değişimdir. Kurtuluş Savaşı sırasında, Kuvayı Milliyenin direniş odaklarının birisi olmuştur. Fransız üniforması ve silahları ile donatılmış Ermeni Lejyonu militanlarına karşı koymuşlardır..
Yakın zamana kadar belediyelik bir yerdi.
Lise ve meslek okullarını barındıran bir kasabadır...
Demokrasi kavgası vermiş oylarına sahip çıkmış; bu uğurda yaşlı genç, kadın -erkek demeden bedel ödemişler; aylarca hapishanelerde 'devlete isyan edenler!' yaftasıyla yat-
mışlar. Demokrasi savaşçısı bir halkın köyüdür Efrenk!.
Yetmiş yıl kadar önce yaşanan bu olay kamuoyunda yeterince bilinmez. Ya da unutulmuştur. Atatürk'ün de imi ile köye ' Aslanköy' adı verilmiştir. Bu ancak 1950 yılında yerine getirilmiştir. Dünün Efrenk adı, bugün Aslanköy'dür. 17.05.2016
Sağlıcakla kalın.... Hasip ÖZTÜRK
Saliyazilari. blogspot.com. Hasipozturk@hotmail.com.
17.05.2016, Bursa

2 Mayıs 2016 Pazartesi

KUT'ÜL- AMARE


Atatürk düşmanları, her fırsatı onun aleyhinde kullanırIar.
Günün modası Kut'ül-Amare Zaferi'nin kutlanmasıdır. Niye kutlanmasın?.
Elbette bu zafer kutlanmalıdır. Çanakkale Zarferi'nden sonra Osmanlı Devleti'nin İngiliz
Sömürgeciliğine karşı kazandığı tek zafer Kut'ül-Amare zaferidir!
Kut'ül- Amare'deki Osmanlı ordusunun başında Alman Goltz Paşa vardı. Altındaki Tümen
komutanlarından birisi Albay Nurettin (Sakallı Nurettin) diğeri Albay Halil Bey idi. Enver
Paşa'nın amcasıydı. Goltz Paşa ölünce, ordunun başına Halil Paşa geçmişti.
Kabaca 1953 yılına değin Kut'ül-Amare zaferi kutlanırdı. İlkokula 1950 yılında başlamıştım.
Bu zaferi bilirdim. Bu savaşı yaşamış Gaziler aramızdaydı. Bizzat öyküsünü onların
ağzından dinleyerek öğrenmiştik. Halil Paşa adını ve General Tavşend'in adını da bilirdik.
Kuşatmanın sonunda General Tavşend yönetimindeki 5 İngiliz Generalini ve 13.000'i aşkın
subay ve askerini esir almıştık. İngiliz'in itibarını beş paralık etmiştik!
Albay Sakallı Nurettin'in pek adını duymamıştık.
Sonradan gelip İstiklal Savaşı'na katıldı. Kolordu Komutanlığı da yaptı..
Biraz sofu tabiatlı olduğundan, devrimci karargahın aykırı paşalarından idi..
1953 'de veya öncesinde ABD veya İngiltere'nin ricası ile Rahmetli Menderes'den bu zaferi
kutlamayın ricası geldi. Belki de Nato'ya katılmanın ön koşullarından birisiydi.
O günden beri bu zafer kutlanmaz! Böylece İngiliz'in rencide olması önlenmiştir!
Bu gün bu konu niye gündeme geldi? Sakallı Nurettin Paşa Kurtuluş Savaşı'nın önemli paşa-
larından biriydi. Tutucu yapıda olduğu için, sonradan biraz gerilerde kalmıştır. Kut'ül-Ama-
re savaşında, 6.nci Tümenin komutanı idi..
Cumhuriyeti Kuranlar, Sakallı Nurettin Paşa'yı sevmedikleri için, Cumhuriyet döneminde
Kut'ül-Amare Zaferi'nin kutlanmadığını ima ederler. Bu imanın altında yatan Cumhuriyeti
kuranlara taan vardır. Kötüleme vardır. Haksızlık ve gıybet vardır. İşin aslı yukarı özetlendiği
gibidir. Menderes iktidarı döneminde bu Zafer'in kutlanması boşlanmıştır.
Önce bilgilenmek, sonra imada bulunmak gerekir!..
Kut'ül-Amare kasabası, Irak'da Basra Körfezi'nin kuzeyinde; Bağdat'a 80-100 km
uzaklıktadır. Dicle ırmağı kıyısında, stratejik bir yerdir. O topraklarda yüzbinlerce şehit
bırakıp gledik...
'Hasta Adam' I. Dünya Paylaşım Savaşı'nı yenik kapatınca; o topraklar İngiliz'in eline
geçti. Petrol bulunan yerler, cetvelle çizilerek yapay devletçikler üretildi. Toprağın üstünü
sözüm ona yerel devletçikler yönetti; altındaki petrolü de İngiliz ve ABD'nin Uluslararası
sermayesi işletti. Şimidi 'Arap Baharı' bahanesiyle petrol bulunan topraklar yangın yerine
çevrildi. Suriye, Irak, Mısır, Tunus, Libya, Somali ve Sudan'ın vb kurulu düzeni yıkıldı.
AB, İngiliz ve ABD'nin Uluslar arası sermayesi bu tophrakların petrolünü sömürüyorlar.
Bu yörelerin halkı da birbirini boğazlıyorlar!.
Kisinger ne demişti? Artık Hıristiyanlarla Müslümanlar savaşmayacaklar. Bundan böyle
Müslümanlarla müslümanlar savaşacaktır! Aynen öyle oluyor, Deccalin dediği gibi..
Bakın Müslüman dünyasına! Mezheplere, tarikatlara bölünmüşler. ' Allahüekber!' diyerek
birbirlerini boğazlıyorlar! Ölenler de 'Allahüekber!' diyorlar. Ellerindeki silahlar hep
petrolü sömürenlerin verdiği silahlar!. Tam bir kördöğüş sarmalındalar!
Türkiye'ye gelen 'Işid'ci olduğu sanılan patlayıcı yüklü, müslümanlar, Türkiye'nin müslüman
halkının üzerine ' Allahüekber!' diyerek bombayla patlıyorlar!.
Bu ne cehalettir! Bu ne bilgisizliktir! Kitabımız “ Oku!” diyerek indirilmiştir! Okumadan,
anlamadan müslüman olunur mu? Olursa böyle olur!
Sağlıcakla kalın! Hasip ÖZTÜRK
Saliyazilari.blogspot.com ; hasipozturk@hotmail.com

25 Nisan 2016 Pazartesi

OĞLAN BİZİM KIZ BİZİM


'Yargı bizde, Yasama bizde, Hükümet bizde!' demiş Ensarioğlu.
. Kendileri deneyimli bir siyasetçidir. Sözlerinin nereye varacağını kestirebilecek biridir.
Yanında bulunan Anayasa profesörü Kuzu' da 'oğlan bizim, kız bizim!' diyor. Sohbetin
konusu, Hükümetin denetlenmesidir.
AKP çoğunluğunun, yasama, yürütme ve yargı erklerini eline ve denetimine aldığının itirafıdır. 'Oğlan bizim, kız bizim!” diyen anayasa profesörü de denetlemeyi 'gereksiz ' saydığını veciz biçimde ifade etmiştir.
Kuvvetler ayrılığı 'Anayasa buyruğudur'.
Fiilen bunlar oluşmuş ise, Anayasa'ya aykırı bir durum hasıl olmuştur.
Sağın eski bir ' böyüğü ' “ Bir kere delinmekle Anayasaya bir şey olmaz! “ demişti.
Şimdi bir bakan da, Ensar Vakfı'nda bakılan oğlan çocuklarının, tecavüze uğraması olayı
için ' Bir kereyle bir şey olmaz!' diyebilmektedir.
Bu dinci sağın dilini çözemedim! Ya sağ değiller, ya da dinci değiller. Bu beyanlar
ikisi ile de uyuşmaz!
HSYK Başkan Vekili, açmış ağzını yummuş gözünü! Yargıya güvenin, %30'lar
derecesine düştüğünden yakınıyor. Yargı erkinin bu güne değin hiçbir zaman bu denli
aşağılara düşürülmediğini söylüyor. Yargı Reformu ile bu çözülmenin başladığını söyler.
Yargı özel amaçlara alet edilmiştir. “Gelin bu cenazeyi birlikte kaldıralım!” diyor.
Yılların iktidarına bakılırsa, herşey yolundadır. Sorun yoktur!
Seçilmiş Cumhurbaşkanı herşeyin üstündedir. Gündelik siyasetin orta yerindedir.
Muhaliflerine ağzına geleni söylemekten çekinmez, hakkında yazılan her eleştiriyi haka-
ret sayar! Şimdiden ceza davası sayısı iki binlere dayanmıştır. Mahkemeler bile Ceza Kanunu 299.ncu maddesinin Anayasa'ya aykırılığını savunur olmuştur.
Şimdi bu kafa yapısının hazırladığı ' Anayasa Taslağı' Meclise sunulacaktır. Muhalefet
partileriyle ciddi bir uzlaşma aranmadan, Meclisten kabulü istenecektir. Cumhuriyetin
kuruluşundan bugüne gelen, Türkiye Cumhuriyeti'nin temel ilkelerine dokunulmak isteniyor.
Anayasa'nın 174.cü maddesindeki 'Devrim Yasalarını' silmek istiyorlar. Oysa, çiğneye çiğneye paspas ettikleri Anayasa'nın yarıdan çoğunu onlar değiştirmişti! Rahat edemediler, ayaklarına dolaşmayacak, sözde bir anayasa istiyorlar anlaşılan.
Ne bahasına olursa olsun 'Başkanlık' sistemini anayasa hükmü haline getirmek isterler.
Bunun için her yolu deneyecekler. Şimdiki fiili durumu başkanlıktan farklı değil. Bir de
başkan olursa vay başımıza gelen !..
Açılım diye diye İmralı mahbusu ile görüştüler. Bir uzlaşmaya vardılar. HDP ile PKK
ile de bir uzlaşmaya vardılar. Dolmabahçe görüşmelerinde bazı konularda anlaştılar! Ama sözlerinde durmadılar. Başkanlık seçeneğine katkısı olmadığını görünce caydılar. Güney-
Doğunun Kürt oylarına oynadılar. Altı ay arayla iki seçim geçirdik!
Önce Valileri öne ittiler. Terörle mücadele de onları karar merci yaptılar. Askere, polise müdahale yetkisi vernmediler. Askerin, polisin gözleri önünde terörün silah, patlayıcı vs. taşımasına, yığınak yapmasına göz yumdular.. Şehir gerillasının mahallelerin altlarını kazıp yuvalanmasına fırsat tanıdılar. Sonra silah bırakmadan uzlaşma yok diyerek polisi ve askeri
müdahalede serbest bıraktılar. Dün şehir gerillaları Yüksekova'dan kapı dışarı edildiler. Ne
Basra kaldı, ne Bağdat! Şehirleri yıkıp yeniden yapmak zarureti hasıl oldu.
Analar ağlamasın derken yüzlerce ana ağladı. Onca eş kocasız kaldı. Onca çocuk baba
yüzü, sevgisi görmeden büyüyecek.. Şimdi, kendilerini 'terörü bitiren kahramanlar' olarak ilan etmeleri kaldı. Yakında onu da yapacaklar. Yıl bitmeden yeni bir seçime hazır olun! Hele Suriyeli sığınmacılar da yurttaş yapılırsa! Sonra mı?
Sonrası, ' oğlan bizim, kız bizim!' Size ne?
Sağlıcakla kalın.. Hasip ÖZTÜRK
Saliyazilari.blogspot.com. hasipozturk.hotmail.com,

23 Mart 2016 Çarşamba

REZA SARRAF GİTTİ


17/25 aralık skandalının baş oyuncularından Reza Sarraf ABD'de kara para
aklama suçundan ABD de tutuklandı.! Yurtdışına nasıl çıktı? Kim çıkardı? İnterpol tarafından aranan bir kişi değil miydi? İran Gizli Servisi peşinde değil miydi?.
Böyle birisinin elini kolunu sallayarak yurt dışına basıp gitmesi düşünülemez..
Uluslararası bir konsorsiyum Reza'nın ABD'ye gitmesine çanak tutmuş olmalı! Orada
tutuklanmış! Garip bir iş, komplike bir iş.
Artık ABD için siyasi bir araçtır. Elinden geldiğince kullanmak isteyecektir! İster
konuşturur, isterse susturur! Kimbilir kimler için bilgilerini sağacaktır?.
Bir dönem, İran'ın, ABD ambargosundan bunaldığı sırada, altın ve döviz kaçağının
en önemli elemanlarındandı. İran, buralardan sağlanan altınla borçlarını ödemekteydi.
İran'a özellikle Türkiye üzerinden altın transferi yapılıyordu. Altın, dış ticaret emtiası sayılıyordu. Cari açığın % 15'ini Reza Sarraf'ın ödediği savunuluyordu...
Reza, Türkiye'de sözü geçen adamlara erişmekte gecikmedi. Onlar da bu olaydan
paylarını aldılar diye tevatür oldu. Eylemine göz yumuldu. Rahat hareket etmesi için
nüfuzlar kullanıldı. Bal tutanlar parnaklarını yaladılar!..Eh kendisi de yalamış olmalı!
Boğazın kıyısında gözde yalılar aldı. İstediği keyfi değişiklikleri hotbehot yaptı!
Kimseyi dinlemedi! Her halde koruyanları vardı. Bayındırlık suçları işlemesine, Eski
Eserleri tağşiş etmesine göz yumuldu. Ülkenin tanınmış ve sevilen bir sanatçısı ile
evlenerek, halkın sempatisini kazandı.. Artık her eylemi olay adamdı!
17/25 Aralık adıyla meşhur olayda, bazılarının telefon konuşmaları dinlemeye
takılmıştı.Takılmakla kalmamış, kamuoyuna aktarılmıştı. Kıyamet koptu. Paralel yapının
iktidarı düşürmek için oyunu, darbesi denildi. Bu olay bir kırılma noktası oldu!
“Beraber yürüdük biz bu yollarda!” diye öğünürken;
“Ne istediler de vermedik!” yakınmaları ardından bir tasfiye harekatı başlatıldı.
Adliyede, Emniyette, Yönetimde, İstihbaratta, TSK'da paralel olduğundan kuşkulanılan
kim varsa tasfiyeye girişildi.
Dört bakan istifa etti! AKP oylarıyla haklarında kovuşturmaya yer olmadığı kararı
çıktı. Öte yandan “Balyoz vb.” adlarıyla ülkenin en seçkin subaylarının, paşalarının, genel
kurmay başkanlarının 'tetörist' ilan edildiği, tutuklandığı, PKK'lıların gizli tanık olduğu bir
garip dönem yaşadık! Burunlarından kıl aldırmayan özel yargıçların, dehşetengiz savların dönemi başladı! Şimdi onlar da tasfiyenin ağzındalar! Bunların hepsi paralel yapı sayıldı.
Bazıları göstere göstere yurt dışına kapağı attılar!
AYM bu işlemlerde hak ihlali var diyerek, yıllarca süren işkenceye son verdi.
Yıllarca hapis yatanlar oldu! İntihar edenler oldu. Kahrından ölenler oldu. Yalnız onlar
değil Türk toplumu örselendi!
Bozulan ve değişen dengeler içinde HSYK, Adalet mekanizması, Emniyet, Mit,
İstihbarat, TSK yeniden tanzim edildi. İktidarın iki dudağına bağlı konuma getirildiler.
Açılım, barış adına PKK'nin şehirlerde yuvalanması, silah ve mühimmat yığınağı
yapmaları; askerin, polisin Valilikler emrini sokulması bu dönemde yaşandı. En gerekli
oldukları anlarda, kışlalarda tutuldular!
Mısır'da, Suriye'de şeriatçi atlarına oynandı. Tabi ki kaybedildi. Şimdi yabancısı oldu-
ğumuz terörle, canlı bombalarla karşı karşıyayız. Alışın diyorlar! Çevremizde ve dünyada güvenilir dostumuz kalmadı. Durduk yerde üç milyon Suriyeli sığınmacımız oldu.
AB, al parayı, sığınmacıları AB'ye bırakma dedi. Kabul ettik! Geriye yollamaları da kabul edeceğiz!.
Tam bu sırada Reza Sarraf enişte ABD'ye teslim oldu. Ardında ne pazarlıklar döndü
bilmiyoruz. Pandoranın kutusu açılacak mı? Yoksa hiç mi açılmayacak? Bekleyip göreceğiz!
Sağlıcakla kalın... Hasip ÖZTÜRK
Saliyazilari.blogspot.com. hasipozturk@hotmail.com

11 Mart 2016 Cuma

KAYSERİ PAZARLIĞI


Sayın Başbakan'ın AB yöneticileriyle yaptığı pazarlık, kamu oyunda 'Kayseri Pazarlığı' olarak nitelendi. Söylemde, sıkı pazarlık vurgusu var. Biraz 'küçümseme'  ya da öğünme havası da seziliyor.
Aslında işi zora sokanlar AB yöneticileridir. Hem Suriye Savaşı'nı durdurma yolunda ciddi katkıları yoktur. Hem de Türkiye'yi işgal eden Suriyeli sığınmacıların AB'ye girmesine göjnülleri yoktur. Türkiye nasılsa yol üstündedir. Başına gelene katlansın havası esiyor. Ellerini ceplerine sokmaya niyetleri yok!
Kayserili usulü pazarlık bu koşullarda yapılmaktadır.
Her gün onlarca kişi Ege Denizi'nde Yunanistan'a geçmek isterken boğulmaktadır. Ölenler 3. dünya halkından , çoğunca müslümanlardan olunca kimsenin kılı kapırdamıyor..
Batının normları, insan hakları, sığınmacıların hakları; AB çıkarlarıyla çelişince birden bir adım geri çekiliyorlar. İrkiliyorlar. Güney hudutlarımızı kapasaydık, demediklerini bırakmazlardı.
Şimdi Türkiye'ye dağılmış üç milyonu aşkın sığınmacı var. Aman bize bulaşmasın diye tırnak kaşıyorlar. Yunanistan-Makedonya sınırı tel örgüyle kapatılmıştır. Macaristan sınırlarını çoktan kapattı.Başkaları da var. Avrupa'ya sığınmacı akımı olduğu yerde kalmış durumda. İnsanlar aç! Soğukta çaresiz ve Allaha emanetler! Sırça saraylarında huzur içinde, ağır kış koşullarını yaşıyorlar.
Türkiye'nin sorunu Suriye sınırları içinde çözme ve giderlerini paylaşma önerilerine kulak asmadılar. Ateş eteklerini sarıncaya kadar da gıkları çıkmadı..
Sayın Başbakan'ın 'Kayserili Pazarlığı' yapması doğaldır. Halden anlamayanları sonuna kadar sıkıştırmak gerekir. Paranın yerini söyletene kadar zorlamalıdır. Başardıysa kutlamak gerekir..
Savaş uçakları yollayan petrol zengini Arap ülkelerini de köşeye sıkıştırma zamanı gelmedi mi? Savaşa katılan resmi, gayri resmi kümeleri parasal ve silah vererek kışkırtanların, sığınmacıların çaresizliğine katkıda bulunmaları gerekir.
Bize uyan türkü “Kendim ettim, kendim buldum!” dur..
Suriye'nin toprak bütünlüğüne sahip çıkılmalıdır...
****
Sayın Cumhurbaşkanı, başkan olmadan, ortalığı birbirine katmaktadır.
Gelecekte başkan olursa, neler olabileceği konusunda örnekler vermektedir.. AYM kararlarını “ uygun bulmuyorum, uymuyorum!” diyerek asrın söylemini kamuoyu ile paylaştı. Ben yurtdışına çıkıyorum, ortalık 'karışacak' gibi öngörülerle uğurlandı..
Muhterem eşleri boş durmadı “ Haremin eğitim yuvası olduğu” yolundaki savını kamu oyu ile paylaştılar. Özünde doğru bile olsa, şimdi kamuoyunu meşgül edecek bir konu muydu bu?
Hele ardından “ Hizb-ül Tahrir” namındaki, terör örgütü olarak bilinen şeriatçı örgüt, Türkiye'de “ Hilafet” konulu toplantı yapmıştır. Ne kadar şeriatçı kuruluş varsa hepsini çağırmış; Atatürk'e, Türkiye Cumhuriyeti kuran kadrolara sövgü yağdırmışlar. Ankara'da kaldırılan Hilafetin, yine Ankara'da ilan edileceğini müjdelemişler(!)..
Bütün bunlar rastlantı olmasa gerek.
İleride varmak istedikleri yeri, başkalarına söyletmek; kamuoyunu yavaş yavaş olacaklara hazırlamak değil midir bu?
Sağlıcakla kalın...10.03.2016 Hasip ÖZTÜRK
Saliyazilari.blogspot.com , Bursa, hasipozturk@ hotmail.com

3 Mart 2016 Perşembe

AYM KARARI


Mahkemelerin verdiği kararlar, iktidarın herzaman hoşuna gitmeyebilir,
beklentisine uygun düşmeyebilir. Böyle olması işin doğasındandır.
Sayın Cumhurbaşkanı, Başbakanlığı döneminde Danıştay'ın verdiği durdurma
ve iptal kararlarından çok yakınırdı. İktidarın yolunu kestiğini söylerdi...
Mahkemelerin bakış açısı ile iktidarın bakış açılar aynı değildir.
Mahkemeler hukuk kurallarına, hukukun üstünlüğü kavramlarına göre karar
vermeye özen gösterir. İktidarlar, günün koşullarına ve kendi siyasetine uygun kararlar
verirler. Bu kararların verilmesinde, hukukun kuralları ve hukukun üstünlüğü ilkeleri her zaman gözetilmez. Bunun için Anayasa'da 'idarenin hiçbir eylemi, yargının denetimi dışında tutulamaz' ilkesi vardır. Devletlülerin hoşuna gitse de gitmese de işin doğası bu.
Mahkemeler hukuka uygunluk ölçütüne, kamu yararına bakarlar.
İdare, siyasetin getirisine bakar!
Bunun için iktidarlar zaman zaman halkın tepkisiyle, mahkemelerin durdurma ve
iptal kararlarıyla muhatap olurlar. Hukuka saygılı iktidarın yapacağı şey, işlemini, eylemini hukuka uygun hale getirmektir. İdare bireyin çıkarını, kamu yararının üstünde tutamaz.
Kamu yararını üstün tutmak zorundadır.
Son günlerin konusu, Sayın Cumhurbaşkanı'nın gazeteci C. Dündar ve E. Gül'ün
bireysel başvurusunu kabul etmesi konusudur. 'Hak ihlali' belirlemiştir. Bu kararla
tutuklu gazeteciler tahliye edilmişlerdir..
Daha önce AYM'nin ' hak ihlali' kararları ile Balyoz vs. gibi düzmece deliller ile
verilmiş mahkumiyet kararları da kaldırılmıştı. Hukuk kendi söküğünü dikmişti..Sayın
C.Başkanı, bu davaların savcısıyım diyordu. Ama hak ihlali kararlarına karşı böylesi
bir tepki vermemişti.
Eleştirmek, Mahkeme kararları için dahi olağandır.
Olağan olmayan Sayın C.Başkanı'nın bu karara karşı “..uymuyorum..” beyanıdır.
Mahkemenin kararına herkes uymak ve gereğini yerine getirmek zorundadır.
Anayasa Mahkemesi kararlarına istisnasız herkes uymak zorundadır..
Sayın Cumhurbaşkanı'na bu konuda bir ayrıcalık tanınmış değildir.
Anayasa Mahkemesi'ne “bireysel başvuru yolu' Sayın Cumhurbaşkanı'nın
iktidarı döneminde açılmıştır. İyi de edilmiştir. Doğru yapılmıştır.
İşine gelmeyen bir karar çıktığında böylesi sert ve kastı aşan tepki verilmesi doğru olmamıştır. Mahkemeler dilsizdir. Polemiğe girmezler. Mahkemeler kararları ile
konuşurlar. Verilen kararın bir de “ gerekçesi” vardır. Gerekçe kararın gerektirici
sebeplerini ve yasal dayanaklarını açıklar. Mahkemenin konuştuğu yer orasıdır.
Benim aklıma başka şeyler düşmektedir!.
Sayın Cumhurbaşkanı'nın yönetimi dönemi, T.C.'nin yolsuzluk şaibelerinin
en çok dile getirildiği dönemdir. Bu şaibe iddiaları yargı önüne getirilmemiştir.
Yargı bunlar hakkında diyeceğini dememiştir. Dört bakan bu şaibeler sebebiyle
istifa etmişlerdir. Yargı önüne çıkmaları, AKP'nin çoğunluk oyları ile önlenmiştir.
Yüce Divan'a çıkıp aklanma haklarını kullanmamışlardır..
O Yüce Divan neresidir?
Anayasa Mahkemesi'dir,
Üst düzey siyasi görevlerde bulunanların yargı merci Anayasa Mahkemesi'dir.
Şimdiden Anayasa Mahkemesi'nin bir kararına karşı ' ..uymuyorum, saygı da
duymuyorum!..” demenin ucu nereye varır? Şimdiden AYM'ye karşı tavır konulması
olağan gelmedi bana..Mahkemeye husumet göstermek doğru mudur?..
Sağlıcakla kalın.... Hasip ÖZTÜRK
Saliyazilari.blogspot.com hasipozturk@hotmail.com