30 Nisan 2013 Salı

AYRAN MİLLİ İÇKİMİZMİŞ

AYRAN MİLLİ İÇKİMİZMİŞ Ayran Türklerin milli içkisi imiş! Ayran ne zaman içki sınıfına girdi? Torba yasa çıktı da, duymadık mı? Rahmetli Ziya Gökalp “Atanın içkisi köpüklü kımız/ Arpa suyu içme dedi bir Kırgız” derdi şiirinde.. Sn.Başbakan “ duymamış mıdır?” Oysa güzel şiir okurmuş! Hatta okuduğu bir şiirden ötürü, Yusufiye Medresesi'nde kalmış bir süre! Durup dururken nereden çıktı bu ayran meselesi? Ayran ne zaman içki oldu? Gündem mi değişecek? Neden akıl karıştırmak isterler ayranla? Köpüklü kımızı biz görmedik! At sütünden yapılırmış! At yok, kımız da yok! Atalar at yerine inek gütselerdi, inek sütünden kımız olmaz mıydı? Olurdu elbette! Kimse denememiş! Bakmışlar bağlarda salkım salkım üzümler! Üzümü sağmışlar! Şarap olmuş, rakı olmuş! Anason girince ayran gibi ağarmış! Süte bulaşmamışlar! Şimdi yeterince at yok! Yeterince inek yok! Yeterince köylü yok! Ayran fabrika işi artık! 'Ayran için!' demek reklama girer! KDV'si var! Anacığım komşularla 'değişik' yapardı. Keşşikleşirler, sırayla sütler birinde toplanırdı. Yoğurt çalınır, mazı kabuğu ile boyalı, kılları yolunmuş mora çalan “yannıkta” bişşekle yoğurt dövülürdü! Sabahın alacasında, yoğurdun yağı ayrılır; yayıkta kalan ağartı, ayrandı!.. Keşikçi kadınların süt helkelerine ayran doldurulurdu.. Çoluk çocuğun nafakasıydı ayran! Kalaylı tas içinde konuğa sunulan yüz akıydı! Ayrancı'da Ayrancı Baba, bir bakraç ayranla, koca bir orduyu doyurmuştu! Ayran, içitti! Şimdi ne o inekler var, ne anam var, ne keşikçiler, ne de helkeler dolusu ayran! Oysa mayamız ayranla karılmıştı! Ak, ağartı, ayran içitimizdi! Hiç içkimiz olmadı! İçki ayrı şey, içit ayrı şey! Su içittir, ayran içittir, şerbet, limonata içittir! Rakı, bira, şarap içkidir! İçince biraz kafayı karıştırır! Dünya daha bir sevimli görünür! Uzatınca, sapıtır insan! Abuksabuk konuşur! İçki içmenin 'adabı' vardır. Yeri, yolu, yordamı vardır. İki kadeh 'zehr' içmeden adamın adamlığı belli mi olur? Antepli boşuna mı “ iki kadeh zehr içtik, onu da bize zehr ettin!” diye yakınır 'ham ervahdan'.. Tarihte önüne gelen içkiyi yasaklamış! Onlar gitmiş, içki duruyor! Bazılarının atası, padişahlar bile denemişler. Asıp kesmişler! Olmamış! Kendileri içkiden 'mort olmuşlar!' Bu devirde yasak söker mi? Sökmemiş! İçki adabını öğretmek, öğrenmek gerek! İçtiğini ağzıyla, adam gibi içmek gerek! Ölçüyü, endazeyi öğrenemeyen alemin maskarası olur! 1920'lerde, yine bir içki-içit krizi tutmuş! Men-i Müskirat Yasası çıkarmışlar! Dört sene zor dayanmış! Kaldırmışlar! İnsanoğlu terbiye ile herşeye dayanır! Yasakla olmaz. Kaçakçılık olur! Kaçak zenginleri, mafyası doğar! Yasak istek uyandırır! Beterin beteri vardır! Konya'da içkili lokanta yokmuş! Öyle derler. Ama alkollü içkinin en çok tüketildiği yerin Konya olduğu söylenir. Satış istatistikleri böyle diyormuş. Bu ne yaman çelişkidir! İnsanlar niye iki yüzlülüğe zorlanır? Konyalılar bağışlasınlar, istatistiklerin yalancısı bunu diyenler.. Şol Cennet'in ırmaklarından niçin “kevser” şarabı aktığı iltibas edilir? Ozanın dörtlüğü yanlış anlaşılma ürünü müdür? “Kevser ırmağında saki olan yar/ Bir bardak dem ikram etmez mi ola/ Sıratın yolunu bilen yar/ Benim de elimden tutmaz mı ola? “ Boğaz'ın orta yerinde, kayıkçı ile IV. Murat , kayıkçının şarabını 'fırtlaşmışlar!' Yolcu, 'Ben IV. Murat'ım! Korkmaz mısın?' diye sormuş.. Kayıkçı, 'Bir yudumda padişah oldun! Gerisinden Allah saklasın!' diyesi.. Sandaldaki sahiden VI. Murat'mış. İçkiyi yasaklamış, genç yaşta içkiden gitmiş! Bu zıkkımla kimse baş edememiş! Boş yere kimsenin ağzının tadını bozmayın! Gündemi içit-içki- ayran iltibasıyla değiştirmeye kalkışmayın! Sorun değil de, ölçüsüz laflar yanlış anlaşılabilir!. Benden söylemesi.. Sağlıcakla kalın... Hasip ÖZTÜRK Saliyazilari.blogspot.com. 29.4.13 Şu tivite bayıldım. “Türklerin içkisi sudur. Yoğurta katarsan ayran olur, rakıya katarsan bayram olur!”

26 Nisan 2013 Cuma

KARAOĞLAN

KARAOĞLAN 1971 yılının 17 nisan günüydü! 12 Mart darbesinin hızlı ve sıcak günleri. Mart sonu terhis olmuştum. Mecburi hizmetim vardı. Kura ile beni Zonguldak Ticaret Lisesi'ne atamışlar. O yıllarda Zonguldak'a gitmek zor ve sıkıntılıydı.Vardım, nisan ortasında göreve başladım! Aradan bir veya iki gün geçmişti ki, beni bekar evlerine ortak eden iki genç arkadaşım; TÖS'de 17 Nisan toplantısı var. Hadi gidelim dediler. Beş katlı bir apartmanın üst katına çıktık! İçerisi hıncahınç doluydu. Giriş kapısı aralığında, ayakta yer bulduk!.. 17 nisan, Köy Enstitüleri'nin kuruluş yıldönümüydü.. Konuşmaları dinledik bir süre.Yaşlı ağabeyler, Köy Entitüsüne gidişlerini, yaşadıkları ilginçlikleri anlatıyorlardı. Her yıl aynı şeyleri yinelediklerinden, salondakilerde bir bıkkınlık hali vardı! Açıkçası beni doyurmamıştı konuşmalar! Köy Enstitüleri'nin felsefesi yerine öykülerini dinlemek eziyetti! Söz almak için işaret ettim! Bıkkın yönetici, kürsüye davet etti! İnsanların arasından güçlükle geçerek kürsüye eriştim!.. Öykülerini anlatanlara teşekkür ettim! Asıl konuşulması gerekenin “ Köy Enstitülerinin kuruluş felsefesi olduğunu; nelerin yapıldığını, nelerin başarıldığını, nasıl başarıldığını; kapatılmaları yüzünden nelerin kaybedildiğini sorgulamalıyız!” diye söze girdim! Oldukça kısa, tadında ve kıva-mında bir konuşma yaptım!.. Salon ayaklandı! Bezginlik gitti! Herkes heyecanla ve ilgiyle konuşmayı izliyordu! Sözüm bittiğinde coşkun bir alkış kıyamet koptu! Kapının önüne çıkmaya uğraşırken, bir yandan da tebrik edenlere teşek-kür ediyordum. Salon canlanmıştı! Söz isteyenlerin elleri havadaydı!..Tıkaçı açmıştım! Kapıya erişince, genç arkadaşlarıma “Buradan gitmenin vaktidir!” Hak verdiler. İndik! 12 Mart darbesi hızını alamamıştı! Zonguldak İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı görev alanında idi. Kim, neyin peşinde, düşman kim belli değildi. Asker, polis öküzün altında buzağı bulsa, şüpheli diye kodese tıkıyordu! Ayrıca toplantı salonunda birkaç ajan olduğundan da kuşkum yoktu!.. Ertesi günü “ Akşam TÖS'ü basmışlar! Evraklarını, lokalde oturanları toplamışlar! Derneği de süresiz kapatmışlar!” dedi genç ev arkadaşım. İyi ki vaktinde tüymüşüz dedi daha genç olanı. Niye dediğimde, bizi de kalıcı misafir diye alıkoyarlardı dedi. Üç aydan önce eve dönemeyiz demişti. Ben sivil hayata henüz uyum sağlamış değildim... Ardından yaşadığım bir olaydan sonra arkadaşlarıma hak vermişdim... Yeni arkadaşlar, beni bir avukat dostları ile tanıştırmak istemişler. Gazi caddesi üstündeki ofisine götürdüler. O sıra ben de Hukuk Fakültesi 3. sınıf eşiğindeyim. Bir öğle sonrası avukatın ofisine vardık! Beni tanıştırdılar. Selam sabah ederken, avukat beni dikkatle süzüyordu! Sonra aradığı cevabı bulmuş olmalı ki, masasındaki doyalarını kapattı! Ellerini göğsünde kavuşturdu, masanın ardında mum gibi oturdu! Ağzını açmadı! Bir gariplik vardı. Beni daha yeni görüyordu. Ben de oldukça yeniydim. O arada ofisin penceresinin Gazi caddesine yukarıdan baktığını, çok iyi izlendiğini farketmiştim!.. Arkadaşlara 'Kalkın gidelim! Avukatın yapılacak işleri vardır.' dedim. Ofisten ayrıldık. Herkes garipliğin farkındaydı. Benim gibi kimse bir anlam verememişti... O günün bir gün öncesinde, terhis belgemi, Askerlik Şubesi'ne götürüp tescil ettirmiştim! Görevli yedek asteğmen işi biraz ağırdan almıştı. Mersin'li imiş. İşimi gördü ama, mesai bitimi yakındı, mesai bi timine kadar beni oyaladı! Hemşehrini bulunca, hemen salmak istememiş! Şehre birlikte indik! Gazi cad- desinde, akaş üzeri Birkaç tur atarak söyleştik!.. Meğer ziyaret ettiğimiz avukat, caddede bizi yürürken yukarıdan gözlemiş! Üniformalı kişinin yanın-dakinin ben olduğumu 'teşhis' etmiş! Anında boynuma 'ajan' yaftasını asmış! Suskunluğu bundanmış!Ağzından laf almaya, bilgi toplamaya geldiğimi sanmış besbelli! Bir üniformalı yanında görünmenin bile ne kuşkular yaratmaya yettiği günlermiş!.. TÖS'ü kapatanlar, o ateşli konuşmayı yapan 'Karaoğlan'ı bulamamışlar!.. Adını, sanını, görev yerini kimse bilmiyormuş!.. Ben de kendimi tanıtmamışım! Kime sordularsa, tanıyan biri çıkmamış! O zamanda herkes gölgesinden ürkerdi! Biri parmağını adamın burnuna uzatsa hemen gözaltına alınırdı. Sorgusuz, sualsiz içeride morartırlardı! Hukukun tatile çıkarıldığı günlerdi! Bugün yine 17 Nisan! Köy Enstitüleri'nin kuruluş yıldönümü! Yine toplantılar oluyor. Yine ateşli konuşmalar yapılıyor. Yine hukuk tatilde!.. Köy enstitülerinin verdiği kimlik, Türk toplumunun öylesine derinine işlemiş ki; en azılı düşmanları bile bir türlü söküp atamadılar!.. Sağlıcakla kalın... Hasip ÖZTÜRK 17.04.2013 Saliyazilari.blogspot.com

16 Nisan 2013 Salı

AY-YILDIZ

AY-YILDIZ Türk bayrağındaki ay-yıldızın kaynağını İslam'a-Araplar'a bağlamak isteyenler vardır. Türk'le bağını silip İslami göstermeye hevesliler. Bu boşuna ve kara bir çabadır! Türk milletinin tarihi simgesini sahiplenmek kolay lokma değildir. Sanırlar ki, Türkler tarihte yoktur, yaşamamıştır! Batı Göktürkler'in en kalabalık halkı Onoklar'dı. Onok, Onboy ya da Batı Türkleri adıyla MS 552'den beri tarihe kayıtlılar. Onoklar 'Nuşebi' ve 'Tulu/Dulu' adıyla iki 'beşok' olarak örgütlenmişler. Tulu-Dulu Beşoku'nun beş boyundan biri Türgiş-Türkeşler boyudur. Türkeşler, hem Tulu-Dulu, hem de Nuşebi Beşoku'nu yönetmişler. Karatürkeş'in Çor'u, Suluhan unvanıyla Türgiş-Türkeş Kağanı seçilmiştir. Ya da bilek gücüyle Onoklar'a Kağan olmuştur!* Türkeşler-Türgişler tarihte madeni para bastıran ilk Türk devletidir. Madeni para örnekleri 124 adet olup Kazakistan, Kırgızistan ve Rusya müzelerindedir. Madeni paraların öyküsünü ve resimlerini Aydınlık Dergisi' yayınlamıştı. Sikkeleri kapak resmi yapmıştı.* Sikkenin birinin ön yüzünde 3 adet ay-yıldız vardı. Yıldızı beş köşeli olup ayyıldız bugünkü biçimindeydi. Türgiş-Türkeş devleti MS 630-766 yılları arasında yaşamıştır. Bu sikkelerin basımı da kabaca 6.yy sonu ile 7. yy başlarında olmalıdır..Bu tarihlerde, Emeviler adıyla Müslüman Araplar, Orta Asya'ya inmeye başlamıştı. Horasan'ı, İkinehirarasını işgal etmişlerdi. Gördükleri zenginlikten başları dönünce, tebliği bırakıp soyguna ve soykırıma girişmişlerdi! Türkler henüz müslüman olmamışlardı. Türkler Türkeş devletinin önderliğinde, Araplarla ölümüne savaşıyordu. Türkler tarihin kaydettiği ilk vurkaç-gerilla savaşını işgalici Araplara karşı başarıyla uygulamıştı!..* Suluhan Arap ordularını öyle bir sindirmişti ki, kendine 'Mezahim' boğa dedirtmişti. Mertçe yenemedikleri Suluhan'ı, Sarıtürkeş'in çoru Baga Tarkan'na öldürtmüşlerdi! Emevi Halifesi Hişam ölüm haberini gelince, tahtından yere 'şükür secdesi'ne kapanmıştı! Horasan'daki Arap garnizonu da askeriyle, komutanıyla birlikte otuz günlük 'şükür orucuna' niyetlenmişti! Türkeş-Türgiş sikkesinin bir başka örneğinde, öküz arabası üstünde kurulu kağan otağı, sikke üzerine basılmıştı. Otağın ikinci katında Begüm, üstündeki çatıda da ağzı yukarıya bakan, yayvan bir hilal görülüyordu. Türkler henüz müslüman olmamışlardı.. Bu sikkeler hilalin ve ayyıldızın Araplarla ve İslamiyetle ilgisi olmadığını gösterir. Türkler Müslüman olunca, yönetimi de üstlenmişler. İslam ile Türklük özdeşleşmiş. Hilal, ayyıldız vs. bu yolla İslam ile ilişkilenmiş! Türk madeni sikkeleri bunu açıkça göstermektedir. Ayyıldız'ın bugünkü biçimine benzer, ayyıldızlı Bizans sikkeleri de vardır..*.Yıldızı altı köşelidir. Ay ve yıldız gökyüzünün süsüdür. Herkes görüp ilgilenebilir..Bayrağına, süsüne bunları katabilir. Türkler bunu yapmışlar! Bizanslılar yapmışlar.. Bayraklarına, paralarına ve gönüllerine kazımışlar! Bunun aksini söylemek, ayı, yıldızı, ayyıldızı ona buna maletmek nafile çabadır. Hele gönüllerden, Türk Bayrağı'ndan kazımayı düşünmek abesle iştigaldir! İç içe geçmiş iki eşkenar üçgenden oluşan, yaygın adıyla 'Davut Yıldızı' denilen;İs rail bayrağı üstüne konulan yıldız Musevilikle doğrudan ilgili değildir. Dört bin seneyi aşkın süreden beri insanlar bu yıldızı büyülerden koruyucu tılsım olarak taşımışlar. Nitekim Hz. Süleyman da taşımış! Onun için Süleyman'ın mührü denilmiştir. Büyücülüğün piri Harut ve Marut çağdaşıdır. Muhtemelen büyü-lerinden korunmak için, mührü taşımıştır. Bu yıldızı Haz. Davut'da taşımıştır. Bu nedenle Davut Yıldızı denilmiştir.. Karamanoğlu Beyliği bayrağında*, Barbaros Hayrettin'in* bayrağında bu yıldız vardır. Eyüp'de eski ve büyük bir Alevi Bektaşi Dergahı'nın duvarında ve Pir'in külahının ortasında bu yıldız vardı. Bursa B.şehir Belediyesi'nin restore ettirdiği, Üsküp'deki Rufai Tekkesi'nin tavan avizesi de* Davut Yıldızı biçimındedir! Bu tekke 19 yy başında inşa edilmişti..Barbaros'un bayrağı üstünde yazılı ayet “..biz rüzgarı o'nun (Süleyma'nın)emrine verdik” mealindedir. ( Sure 21/81, 34/12 ) Önce Masonlar bu yıldızı sahiplenmişler! Sonra İsrail kurulurken Davut Yıldızı'nı İsrail bayrağı üstüne kondurmuşlar!..Bazı işgüzarlar Davut Yıldızı, Alevilik ve Musevilik arasında ilişki kurmaya yeltenmişler. Bunlar boş ve kara çabalardır. Tarihi kaynaklar bu kara çabaları desteklemiyor! (Rah.) M.Akif Ersoy'un öngörduğü gibi “..sönmeden.. en son ocak ” yurdumun üstünde ebediyen dalgalanacak!..Eskiden onu söndürmek isteyenler Batı'dan gelirdi. Şimdi, Batının dürtmesiyle, bu bayrağın altında yaşayanlardan geliyor. Bir de memleketin 'namusu' eline teslim edilenler gizli ya da aşikar destekliyorlar! Milletimiz Türk'ün ve Türkiye'nin dostunu, düşmanını iyi ayırt etmelidir. Sağlıcakla kalın.... (T.C) Hasip ÖZTÜRK Bursa, Türkiye, 15.04.2013, Saliyazilari.blogspot.com *Türkeşler (Liselerde Türk Tarihi, 1931-41, c:2, s:354, Kaynak Yay.) *Aydınlık Dergisi, Türgişlerin madeni paraları, kapak resmi * Türgişler, Hüseyin Salman, kapak resmi ve içerik * Cezmi Yurtsever, Ayyıldızın sırrı çözüldü, * Karaman.gov.tr, * Barbaros'un bayrağı * Bursa'da Zaman, Ocak 2013, s:96,

2 Nisan 2013 Salı

NİYET VE İRFAN

İslamda ibadetin temeli “niyet'tir!” Niyetin özü 'Allah rızası'dır.. Birinin gözüne girmek, güçlüden yana görünmek, güçlüyü memnun etmek,, çıkarını sağlama almak için yapılan niyetler islami değildir. İbadet hiç değildir.. Allah rızası için yapılmayan, nafile çabalardır! Çalışmak ibadettir, yardım da ibadettir İslam'da. Hepsinin sağlam zemini “Allah rızası” için yapılmış olmasıdır.. Ne öğrendiysem okullardan, kitaplardan öğrendim. Onun için kimselere borçlu ve bağımlı değilim. Allah, Allah rızası için yazanlardan, razı olsun! İlkokulda, ayırdımına vardığım ilk şeyler “ Allah rızası, mümin, münafık “ kavramları olmuştu. Öğretmenin anlatımı yalındı. Temeli ' Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol!' ilkesine dayanırdı. Uygulaması da yalındı. Yaptığını “ Allah için, Allah rızası için yap!” idi. Olduğu gibi görünmeyen, ya da göründüğü gibi olmayan nünafiktı! Bizim köydeki söylemele “ içi dışı bir olmayan”dı.. Öğretmenimin dediğine göre bunlara güvenilmezdi. Her şeyi çıkarları için söyler ve çıkarlarına göre yaparlardı. Sözlerine güvenilmezdi. Çıkarı için yalan söylerlerdi!.. Bunların bir dediği, bir dediğini tutmazdı! . İçi, dışı bir olanın, kalaylı bir tas su gibi içi görünürdü! Duru insan iyi insandı! Tanrının has kulları onlardı. Söylediğine güvenilir, yaptığından emin olunurdu. Tanrıya iman ettim demişse, etmiştir! Onlardan kötülük gelmez. Onlar mümin'dir, özü sözü birdir! 1953/1954 öğrenim yılında, Mersin'in Ohunkeşlik köyü, 4. sınıf öğretmenim; Düziçi Köy Enstitüsü çıkışlı, Aslanköy'lü Hüseyin Cavit Kutlay'ın anlatımı yalındı, açıktı! .Nur içinde yatsın! O gün, bu gün, bu yalın ilke, yalın uygulaması ruh gözümü açmıştır! Yaptığımı “Allah rızası için” yaptım! İçimi, dışımı bir tuttum! Kalaylı bir tas su gibi duru oldum! Altmış bilmem kaç yıl önce, ilkokul dördüncü sınıf, Din Dersi'nden aldığım temel ders bu olmuştu. Diyanet İşleri Başkanı, Sayın Görmez İzmir halkına ayıp etmiş! Onların imanı farklı, irfana ihtiyaçları var! Onun için filan zatı İzmir'e Müftü atadım demiş!. Bu yaklaşımı yanlıştır! İslami değildir! İrfani hiç değildir!.. Tamamen siyasi bir tavırdır! Onu oraya atayanların, İzmir için “Gavur İzmir!” yakıştırmasını biliriz. İzmir seçmeninin onlara istedikleri oyu vermediğini de!.. Dini siyasete alet ederek, halkın oylarını topladıklarını da biliyoruz.. Sofu görünüdüklerini, dediklerini inkar ettiklerini de biliriz! Sosyal medyada dolanan “ İki Erdoğan, Tayip Erdoğan ile Recap Erdoğan “ çelişkisini gösteren video yasaklanmış! O büyük zat, Tayyip Erdoğan olarak dediğini, Recep Erdoğan olarak yalanlamıştı. Huyundan vazgeçeceğine, videonun izlenmesini yasaklamış! İki yüzlü siyasetin tipik örneği bu! Alemi sersem saymanın dik alası! İçini dışını bir tutacağına, eleştirilmesini yasaklamış! Bende 'kalaylı tas ve duru su bulunmaz' demiş aslında. Onun atadığı, din(ulu)sunun söylediklerini de yadırgamayın! Takım oyunu oynuyorlar! Birinin dediğini sıraya girip yineliyorlar! Siyasetleri böyle! Allah rızasının yerini kul emri almış, yürümüş! Tarihte Şam'daki Emevi halifesi Muaviye ve ardılları da böyle yaparmış! Başları sıkışınca “ hadis “ bile uydururlarmış! Bizim fukara köylüler, sövmenin yeri gelince, boşuna “ yezit!” demiyorlar.. Açın bakın son otuz yılın Kuran me'allerine! El Vakıa suresinde “ O sağcılar ki ne mutludurlar! O solcular ki ne bedbahtırlar!” diye yazar! Kimsenin gıkı çıkmaz! Diyanetin de.. 'Ululemre itaat' ın esamesi İslam'da okunmaz olmuş.. Diyanet İşleri Başkanı, işini yapacağına, kalkmış İzmir'e 'irfan' taşıyor! Dünyanın çivisi çıkmış!.. Sağlıcakla kalın... Hasip ÖZTÜRK Saliyazilari.blogspot.com İrfan: ( a.i.) 1-Bilme, biliş, anlayış, vukuf, 2- Hakikata vakıf olma, künhe varma, birşeyin özüne inme, ilim ve zeka ile meydana gelen olgunluk, 3- Allah-ı bilme ve tanıma, ma'rifetullah, 4- tasv. Yaratılıştan bilme, anlama, Allah'ın sır ve gerçeklerini kavrama, kainatın sırlarını bilme kudreti, 5- Kültür. (Osmanlıca-Türkçe Lügat, Yeni Asya Yayınları, İst.2001)