25 Aralık 2012 Salı

MENZİL DIŞI

MENZİL DIŞI
Demokrasi ile başlandı. Geri, ileri demokrasi derken; demokrasi
menzil dışına düştü!.
Devletlü 'Kuvvetler ayrılığından' yakındı. Sonra eleştirileri görünce, u dönüşü
yapıp; muhalefete ve medyaya 'Siz kuvvetler ayrılığını nereden bileceksiniz?
Bunu biz biliriz!' diye kestirip attı!
Muhalefet dediğin kuvvetler ayrılığını nereden bilecek?!
ODTÜ ziyareti fiyaskoyla sonuçlanmış!
Herşeyi, herkesten iyi bilen Devletlü, burada yanılmış!
Başbakan dediğin, ODTÜ' ye elini kolunu sallayarak gitmeli derim.
Peşine bir polis ordusu takmanın gereği nedir?
Güven duygusu bu denli güçlü ise, elini kolunu sallayarak gitmeliydi!
O makama gelmek başka, elini kolunu sallayarak ODTÜ'ye gitmek başka birşey..
ODTÜ'nin devrimci, ulusalcı, demokrat bir yapısı vardır.
Bu bir ODTÜ geleneğidir!
Komer diye birisi lüks ve zırhlı arabasıyla gitmişti oraya!
Yıl 1969 du..
Komer bir CIA yöneticisiydi. Vietnamda görevliydi. Binlerce Vietnamlı onun
yöntemleriyle ölmüş veya sakat kalmıştı!
'Aferin!' deyip onu Ankara'ya ABD büyük elçisi yapmışlardı!
ODTÜ' liler dil bilirdi. Dünyaya izlerdi. Komer'i tanıdılar!
İnsanlığa karşı işlediği suçları bağışlamadılar. Protesto ettiler!
Protestoyu abartıp arabasını yaktılar!
O gün arabayı yakanların kimliği bir bir saptandı. Yedi kişi yakalandı...
Taylan Özgür öldürüldü!
Sinan Cemgil öldürüldü.
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan asıldı.
Altıncıyı, yedinciyi anımsamadım..
Diyeceksiniz ki bu Ergenekon işi midir?
Orasını bilmem!
Ergenekon'da 22 ayrı davayı bir torbaya doldurdular!
Torba yasa çıkardıkları gibi.
Şimdi bu torbadan adalet çıkmasını bekliyorlar!
Tasfiye halinde mahkemeden adalet çıkmaz!
Sihirbaz torbası değil ki tavşan çıksın!
Buradan ne “çinko” çıkar ne “ tombala!” ne de adalet!
Uzaya yollanan uyduya Göktürk 2 Uydusu demişler!
Ergenekon Destanı bir Göktürk destanıydı!
Göktürk Uydusu şimdi Uzay'da..
Göktürk Destanı, Ergenekon adıyla, bir hukuksuzluk simgesi gibi ceza
dosyalarının kapağında yazıyor!
Göktürk Uydusu bir ODTÜ eseridir.
'Yazıklar olsun!' denilen hocaların eseridir.
Göktürk'ün intikamı böyle olur!
Biz de okuduk demiş!
Bilmem kimin, dizinin dibinde oturarak, feyz almadı onlar!.
Ne dedi Anayasa Mahkemesi: 'Yasa dışı yollarla toplanan deliler delil olmaz!
Bundan adalet çıkmaz!' dedi...
Geçmişte bir rahmetli Devletlü de Üniversite hocalarına “Kara Cübbeliler!” diye
sövmüştü! Tarih tekerrür mü ediyor! Ne diyelim? Kaderi benzemesin!
Herşeyi bilmek yerine demokrasinin erdemini bilmek yeterliydi!.
Sağlıcakla kalın.. Hasip ÖZTÜRK

Saliyazilari.blogspot.com
*Hasip ÖZTÜRK, Türkiye/Bursa *

18 Aralık 2012 Salı

OSMAN ÖZGÜVEN

OSMAN ÖZGÜVEN
Osman Özgüven Dikili Belediye Başkanı idi..
Suyun on metreküplük kısmını, halka bedava verirdi..
Öğrencileri okuldan eve, evden okula bedava taşırdı.
Suyun bir “insan hakkı” olduğunu savunur, ticarileşmesine
karşı çıkardı.
Beldeyi, çevreyi kirletecek kurumlara izin vermezdi.
Yapılacak hizmetler için “halk meclisi” kurup halka danışırdı.
Dünyalık edinmekle işi yoktu.
İnşaat mühendisiydi. İsteseydi yap sattan yükünü tutabilirdi.
Parada pulda işi yoktu..
Dikili halkı “Başkan”ı sevmişti.
Bilmem kaçıncı dönemdir Dikili Belediye Başkanı seçmişti...
Halk istiyordu ve seçiyordu! Dürüsttü! Halkçıydı! Hizmette sınırı yoktu!
Gün geldi “ suyu bedava dağıtıyor, kamuya zarar veriyor” diye ceza
mahkemesinin önüne çıkardılar. Belediye Meclisi üyeleriyle birlikte sanık
sandalyesinde yargılandılar! Aklandılar!
Suyu halka bedavaya vermek suç değildi. Su hakkı da aklanmıştı!
Çıkarcıların öfkesi dinmedi! Siyaseten yenilmez oluşuna kızanların
kızgınlığı geçmedi! İhaleye fesat karıştırdı diyerek onu ağır ceza mahkemesi
önüne çıkardılar. Bu kez yargının takdiri lehinde olmadı. Sekiz yıl dört ay
hapis cezası verdiler. Yargıtay onadı. Dikili halkı sokağa döküldü!
Özgüven, Belediye Başkanlığı'ndan alındı.. Daha önceden izin alıp yurt
dışına çıkmıştı! 68 yaşındaydı Özgüven!.
Kamu hizmeti içinde, halk için hapis yatmak da vardı.
Kararı halk değil mahkemeler veriyordu. Seçimin temyizi yoktu. Mahkeme
kararlarının temyizi vardı. Yanılabilirler diyedir zahir!
Dilerim yanlış düzeltilir..
Köşe yazılarında titizliğine, dürüstlüğüne herkesin kefil olduğu bir kimliktir
Osman Özgüven! Adli bir hataya karşı yargısal yolları sonuna kadar yürüyecektir.
Alnının akıyla çıkmasını dilerim.
On iki eylül faşizmi döneminde, Fatsa'da bir Terzi Fikri vardı! Fikri Sönmez
Fatsa Belediye Başkanı idi. Hizmet anlayışı benzerdi. İşkenceler altında ölmüştü!
Bu ülkede her seçim döneminde üç bini aşkın belediye başkanı seçilir.
Sonraki döneme, hizmet yarışında kaç Osman Özgüven adı kalır? Kaç Terzi
Fikri'nin adı anımsanır?
Halka hizmetin bedeli ağırdır!
Hizmetin değil siyasetin yarıştığı yerlerde daha da ağırdır!
Bedelini onurla ve ömürle karşılamak zorunda kalınır.
Deveyi havudu ile götürenlerin sırtları sıvazlanır!
Bedava kömür dağıtanların “..anasının adı, babasının adı..” hiç sorulmadı!
Bedava su dağıtanların yolu kesildi.
Bugünler de gelir geçer! Her gecenin ardı gündüzdür!
Sağlıcakla kalın.. Hasip ÖZTÜRK

*Hasip ÖZTÜRK, Türkiye/Bursa *

12 Aralık 2012 Çarşamba

ULUDAĞ

ULUDAĞ
'Uludağ' adı, Keşiş Dağı' na nasıl ad olmuştur?
Dr.Osman Şevki Uludağ adını kaç kişi anımsar? Ya da duymuştur?
Osman Şevki Uludağ Bursalı'dır. 1889 yılında Bursa'da doğmuştur. Bulgaristan göçmeni
Kamburoğulları ailesinin oğludur. Orta öğrenimini Bursa'da yapmıştır. 1905 yılında Askeri
Tıbbiye'e girmiş 1913 yılında doktor yüzbaşı olarak mezun olmuştur. Balkan Harbine, Çanakkale Savaşına,
 Birinci Dünya Harbine ve Kurtuluş Savaşına askeri hekim olarak katılmış bir gazidir. Türkiye'nin ilk radyoloji uzmanlarından biridir.
Dr. O.Şevki Uludağ'ın başka ilkleri de vardır. Tıp Tarihi ile ilgili yazılar yazan ilk Türk hekimidir. Osmanlı ve Türk Tıp Tarihi'ni yazan bir
 bilim adamıdır. Türkiye Turing Kulü-bünü'nün kurucularından ve ilk başkanıdır. Tıp Tarihi Kurumu'nun kurucusudur. Konser-
vetuarın kuruluş yasası hazırlanırken Türk musikisini de kapsaması için savaş vermiş
bir müzisyendir. Bestekardır, derlemecidir, yazardır, araştırmacıdır. Üç dönem Konya milletvekilliği yapmış bir siyasetçidir.
Yazdığı kitaplar arasında Osmanlı Tababeti; Harb-i Umumide Tıbbi Tecrübeler; Yeşil Camii; IV. Mıntıka Etibba Odası;
 Uludağ Tapınakları Keşişleri, Dervişleri; Tanzimat ve Hekimlik; Çocuklar, Gençler, Filimler; Osmanlı Devrinde Türk Hekimliği vardır.
Küçük kitap- risale tarzında da 13 eser bırakmıştır ardında.
Bir Türk Sanat musikisi üstadıdır. 120 civarında bestesi vardır. Genç Osman Türküsü'nü
derleyen kişidir. Türkocağı'nda musiki dalında çalışmış ve Türk Musiki tarihinde önemli bir isim olmuştur.
Musiki Federasyonu kurucularındandır.
Osman Zeki Üngör'ün İstiklal Marşı bestesinin “ Carmen Silve” valsinden, Cemal
Reşit Rey'in Onuncu Yıl Marşı'nın da Jean Jacques Rousseau”nun Le Devin du
Village operasından alınma olduğunu ileri sürecek kadar derin bir musiki kültürüne sahiptir.
Özetlemeye çalıştığım üzere, Dr.Osman Şevki Uludağ çok yönlü bir Bursalı'dır. Birçok alanda ilktir.
 Sürekli ve titiz çalışmasından ötürü, rahatsızlanmış ve Binbaşı rütbesinde malulen emekli olmuştur.
 Boş durmamış ve hekim olarak sivil görevler üstlenmiştir.
Osman Şevki bey, 1925 yılında yine Bursa'dadır. Coğrafya Encümen azaları ile Keşiş Dağı' na tırmanmışlar. 
Arkadaki 2545 m yükseklikteki zirveye kadar çıkmışlar. Bu çıkışı
dağcılar ilk tırmanışlardan biri olarak niteler.
O. Şevki Bey, Keşiş Dağı'nın heybetinden etkilenmiştir. Dağın yüceliğini belirtmek
için, adının ULUDAĞ olmasını önermiştir. Bu öneri kabul görmüş ve Keşiş dağının adı Uludağ olmuştur.
 O gün bu gündür Uludağ, Uludağ adıyla anılır olmuştur.
Dr.Osman Şevki Uludağ, Uludağ'ın isim babasıdır.
Soyadı Yasası çıkınca, soyadını Uludağ olarak almıştır.
Dr.Osman Şevki Uludağ, bir tıp tarihi araştırmacısı olarak Yıldırım Darüşşifa
Hastanesi'nin, Osmanlı'nın Anadolu'daki ilk hastanesi olduğunu da saptamıştır..
Rahmetli, anılarını not etmiş. Torunları, buldukları bu anıların toplumla paylaşıl-
masını gerekli bulmuşlar. Torunu İrem Ela Yıldızeli “Büyük Dedem Dr. Osman 
Şevki Uludağ” adıyla anılarını Pan Yayıncılık vasıtasıyla 2010 yılında yayınlamıştır.
Dr.Uludağ, yaşadığı dönemin gözlemcisi ve tarihin tanığıdır! Torun İrem Eda Yıldızeli, 
Büyükdedesi'nin musiki ile ilgili notlarını, derlemelerini ve görüşlerini de “ Bir Kültür Savaşçısı
salı Dr.Osman Şevki Uludağ Musiki Yazıları” adıyla Pan Yayınları arasında yayınlamıştır. Birikimini toplumla paylaşmıştır..
Dr. Osman Şevki Uludağ, l964 yalında hakka yürümüştür.
Naçiz bedeni Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprak olmuştur.
Beyin ürünleri ve eserleri yaşamaktadır.
Geçmişini bilmeyenler, geleceklerinden emin olamazlar.
Sağlıcakla kalın... Hasip ÖZTÜRK

4 Aralık 2012 Salı

ECDAT DEDİKLERİ

ECDAT DEDİKLERİ
Muhteşem Yüzyıl, karşılıklı atışmalara ve çekişmelere sebep oluyor!.
Sayın Başbakan,” Ecdadımız” dediği Muhteşem Süleyman'ın harem hayatından
rahatsız olmuşlar. Kalemşörleri hemen harekete geçmişler! Ecdadımız ömrünün
otuz beş yılını at sırtında geçirmiştir diye kalem sallamışlar! .
Ecdadımızın gittiği her yere gideriz!” diye devletli ve çerçevelik bir laf
edilmiştir. Diziler “belgesel” değildir. Ticari bir maldır. Alıcılarına, seyircilerine
renkli, maceralı ve heyecanlı görünmelidir! Eskiden “ renkli, türkçe, sinemaskop,
36 kısım tekmili birden” diye reklam edilirdi. Öyle olmalı ki “ reyting” yapsın!
Para kazandırsın! Dizi dediğin böyle bir şeydir..
Bu diziler bir kültür satışıdır! Eskiden sinemalar, televizyonlar Amerikan
filimleri gösterirdi. Dünya Amerikan tarzı yaşamı bu filimlerle tanımıştı..Şimdi
onların yerinde yerli diziler at koşturuyor! Bundan gocunmanın gereği yoktur!
Dünyanın üçte birinde müşterileri vardır. Müslüman ülkelerde, Arap ülkelerinde,
Orta Asya'da Türki devletlerde sıklıkla ve merakla izlenmektedir.
Bu yaz Orta Asya ülkelerini ziyaret eden bir dostum, gençlerle çok kolay Türkçe
anlaşabildiğini söyledi. Çok şarşırmış! “Siz Türkçeyi Türkiye'de mi öğrendiniz?”
diye sormuş. “ Hayır burada, dizilerden öğrendik.” demişler! Türk dizilerinın oynadığı
günlerde sokaklar boşalırmış! Memati ile Polat Alemdar çok sevilirmiş. Herkes onlar
gibi konuşmaya özenirmiş! Yazık ki, dizide Memati'yi öldürdüler!..
Kim kimin ecdadıdır orasını bilmem!
Osmanlı, ülkeyi devşirmeler eliyle yönetti! Türk ve Türkmen halkı yönetimden
dışladı. Çoğunca padişah karıları da, padişah anaları da devşirme asıllıdır. Padişahları
ecdat sayanlar, padişah analarını da ecdat bilirler herhalde! Elmayı soyup yemeye
benzemez bu işler!
Hürrem Sultan, daha ilk günde, “bayılma” numarasıyla Sülüman'ı kafese koymuştu!
Zeki bir kadındı. Bazılarının ecdadını öyle idare etmiştir ki, kendisine nikah bile
kıydırmıştır. Nikahlı tek padişah karısı ve padişah anası sayılır!Kızını Rüstem Paşa'ya
verdirecek, sonra da sadrazam yaptıracak kadar beceriklidir. Pargalı İbrahim'i sadrazam
iken, Şehzade Mustafa'yı Süleyman'a boğduracak kadar entrikacıdır!
Ecdat Süleyman, bu dolmaları “hık!” demeden yutmuştur!
Yavuz Sultan Selim kendini halife ilan eden ilk padişahtı! Kanuni Sultan Süleyman
ve II. Selim otomatik olarak halife sayıldılar. Son Abbasi halifesi III. Mütevekkil'in
Halifeliği ne derece meşru idiyse, bunların halifeliği de o derece meşru idi..
Muhteşem Süleyman ilk Viyana Kuşatması'ndan sıfır puanla dönmüştü!
Aslında bu Osmanlı'nın fetih çağının da sonu anlamına geliyordu.
Sarı Selim namıyla tahta geçen II Selim, Osmanlı'nın fren balatası olmuştur!
Allah!Allah!” diye gittikleri yerden, II. Selim'den sonra “Allah allah! Allah allah!”
diye şaşarak dönmenin ilk adımlarıydı. Halen de “Avrupa Birliği'nin” kapısında sıfır
çekmekteyiz!
Bırakın dizileri çekenler çeksin! Siz isterseniz “ belgesel” yaptırıp ecdat bildiklerinizin
tarihlerini yayınlarsınız-! Bunlar televizyon yayınıdır! Okul değil, seyirliktir! Hem işe
yarıyorlar! Halk ciddi işlerden, işlerin kötüye gitmesinden uzaklaşıp hayal alemine dalıyorlar.
Oylarını esirgemiyorlar! Daha ne istiyorsunuz?
Dede Fatih Sultan Mehmet, devlet düzeni gerektirdiğinde “kardeşlerinizi öldürün!”
demişti. Torun Süleyman bu işleri sağlığında halletmiş!. Oğul Sarı Selim'e kılçıksız teslim
etmişti tahtı! Hürrem öyle istemişti! Ömrü bunu görmeye yetmedi, istediği olmuştu!
Eski Karaman Beyliği halkı Osmanlı'yı sevmezdi. Osmanlı da bunu bildiği için yöre
halkını Balkanlara, adalara ve uçlara sürmüştü! Balkan harbinde soykırıma uğrayan Türkler
onlardı! Sağ kalanlar “ göçmen “ diye döndüler. Kalanlar da onlardandı!
Ecdadımız sözü, bana sevimsiz geldi!
O Ecdat oğluna kıydığı gibi, halkına da kıymaktan geri durmamıştı!
Sağlıcakla kalın... Hasip ÖZTÜRK

27 Kasım 2012 Salı

SABIRTAŞI

SABIRTAŞI
Öğretmen sabırtaşıdır..
Kızmaz, kızarsa belli etmez!
Bakışıyla, beden diliyle yanlışı gösterir!
Gençliğin en hırçın dönemini yaşayanlar, öğrencileridir!
Öfkelidirler! Sabırsızdırlar, arsızdırlar, gürültücüdürler.
Ben mezkezcidirler.
Ana, baba, polis bunlarla baş edemez! Öğretmenler başederler!
Onlara sabrı, sükuneti, saygılı olmayı, dürüst olmayı, kurallara uymayı öğretir.
İçinden öfke nöbeti kabarsa bile, güler yüzle öğrenciye yaklaşır!
Öfkesini firenler! Öz veriyle, şefkatle yaklaşır!.
Öğrenci öğrenmek istemez! Onu öğrenmeye ikna eder!
Evde kendi çocuğuna gösteremediği tahammülü, başkalarının çocuklarına gösterir!
Öğretmen ilkelidir! Doğru bildiğinde direnir! Direndiği için tepki görür!
Siyaset öğretmeni sürer! Cezalandırır! Meslekten atar!
Veliler öğretmeni gün gelir tehdit eder! Eli eriştiğinde döverler!
Bu memlekette başına yular takıldığı olmuştur!
Terörist, emellerine engel gördüğü öğretmeni vurur, öldürür!
Okulunu yakar!
Okullar yine öğretmensiz kalmaz!
Öğretmen öğrencisini, okulunu korumak için canını hiçe sayar!
Teröriste direnir! Eşkiyaya direnir! Gericiliğe direnir!
Yarının nesilleri ona emanet edilmiştir!
Yeni nesiller onun eseri olacaktır!
Herkese, herşeye karşın böyle olması için çabalar! Zorlar, zorlanır!
Gün gelir herkesçe horlanır!
Öğretmen büyük insandır! Eli öpülür!
Öğretmen küçük memurdur!
Maaşı azdır.
Hergün bakımlı, kıyafeti düzgün, beyni parlak olsun istenir!
Birine zam verilse, ardında yüzbinler vardır.
Öğretmen niceliğe kurbandır!
Bütçede yeri cami hocasından sonra gelir!
Camilerde siyaset yapılır, okullarda siyaset yasaktır!
Yasaktır denilse de, siyaset yapılması için herşey yapılır!
Dört dörtle çarpılır, toplanır, çıkarılır, bölünür, sonunda siyaset çıkar!
Ali cengiz oyunlarına açıktır!
Öğretmen bununla da uğraşır!
Yüzbinlerce öğretmen adayı atama bekler!
Okullar öğretmen bekler!
Bütçe olanakları atamaya engeldir!
Üniversitelerin temel birimleri bir bir kapanır!
Öğretmenlik sertifikası verilmiyor diye kimse tercih etmez oldu!
Var bu işte bir bir karmaşa!
Öğretmen sabırtaşı!
Sabırtaşı da çatlar! Sabrın da sonu vardır!
Öğretmenler gününüz kutlu olsun!
Neyi kutluyorsun diye sormayın!
Sağlıcakla kalın... Hasip ÖZTÜRK

20 Kasım 2012 Salı

GUZZA OLMASIN

GUZZA OLMASIN
Bugün Gazze'si, 1948 öncesinde ve sonrasında İsrail'in, yurdundan sürdüğü
Filistinlilerin sığındığı, son topraklardır...
Vaktiyle Hülagü'nün Moğol askerleri, Erzincan, Sıvas ve Kayseri dolayında
yaşayan göçebe Türkmenleri vurmuştu. Kısa zamanda iki yüz bin Ağaçeri Türk, kılıçtan
geçirilmişti!(MS:1256) Ölümden kaçan Türkmenler, o zamanın Kölemen toprağı Suriye'nin güneyine,
Akdeniz kıyılarına sığınmışlardı. Bugün adı Gazze olan topraklarda, kırk bin
çadırlık bir Türkmen nüfusu birikmişti!. O yıllarda, müslüman Türk'e, Türkmen denirdi..
Araplar, Türkmenlere Guz-guzlar derdi.
Gazze adı, muhtemelen Oğuzlar demek olan Guzza'dan dönmüş bir kent adıdır.
Beni kafatasçı ilan etmeye meraklı olanlara iyi bir malzeme!..
Bugün Gazze, Filistin halkının direnişinin merkezidir.
Hamasçılar, yörede seçimle gelmiş iktidardır.
Hamas İsrail'e, AB'ye ve ABD'ye göre teröristir.
Türkçesi, İsrail'in düşmanıdır. Öyleyse AB' nin ve ABD'nin de düşmanıdır.
Arkasında İran İslam Cumhuriyeti'nin maddi ve manevi desteği vardır.
Gazze'yi vuran, İran'ı vurmuş olur.
İran, Suriye'nin de destekçisidir. Suriye, İsrail'in şu ana kadar en dirençli ve
kıdemli düşmanıdır. Türkiye'nin de desteklediği bir iç savaşın içindedir. Gücünü
boş yere tüketen bir ülkedir. Yani İsrail'e karşı düşmanlığı yürütecek mecali yoktur.
Geride Gazze kalmıştır. Gazze ekonomik ve siyasi abluka altındadır.
Gazze direnmektedir. Vurulması ve hatta işgal edilmesi gerekir!
Niçin?
İsrail'in asıl niyeti, İran'ın nükleer tesislerini vurmaktır. Nükleer tesisler yanında
İran ekonomisinin güç merkezlerini de çökertmek istiyorlar...
Bunun provası, Sudan'da bir vurkaç ile denenmiştir!
Gazze'ye verildiği sanılan roketlerin güney Sudan'daki fabrikası, İsrail uçakları
tarafından vurulmuştur! Jet uçakları havada yakıt ikmali yaparak roket fabrikasını
yerle bir etmişler. Dünyanın gıkı çıkmamıştır!.
Sıra İran'a gelmiştir.
Bir ayağı Malatya Küre'de bulunan füzesavar sistemiyle, İran füzelelerine karşı
İsrail koruma ağına alınmıştır. İran füzeleri, havada yakalanacak ve imha edilecektir!
Suriye iki eliyle, kendi ardını koruma derdine düşürülmüştür!
Gazze işgal edilecektir!
İsrail, Iran'ı vurduğunda, ayağına dolaşacak taşlar kalmasın istiyor!
İsrail'in gaddarlığı altında sakladığı budur.
ABD, 'İsrail'in kendini savunma hakkı vardır!' diyor.
Türkiye, zaten Suriye'yi iç savaşa sürükleyenlerin yanındadır!
ABD, AB, TR, bir kısım Arap ülkeleri İsrail'in ardındadır.
Bakmayın siz Sayın Erdoğan'ın Mısır'ı kurtarırken söylediklerine!
Dediği ile yaptığı birbirine uymamaktadır!
Bir yandan can düşmanı gibi davranıyor, öte yandan radar sisteminin
en önemli ayağının Türkiye'ye kurulmasına izin veriyor. İsrail'in en dirençli
düşmanını dizlerinin üstüne çökertiyor!
Hangisi doğrudur?
Gazze ablukasını yıkma girişimleri tamamen bir gösteriydi.
Dokuz Türk vatandaşı, boşuna can vermiştir!
Yiğidin aynası yaptığı işlerdir!
Söylediklerine boşverin! Kükremelerine aldanmayın!
ABD'nin dediği olur! Bunlar birer ABD projesidir.
Sağlıcakla kalın... Hasip ÖZTÜRK

13 Kasım 2012 Salı

ÇIVGAR

ÇIVGAR
Danışıklı döğüş, kayıkçı kavgası, çıvgar, şike, muvazaa, takiyye aynı
anlama gelir.. Sözcükler farklı oluşları anlatırlarsa da, ortak nitelikleri düzmece ve
yapmacık oluşlarıdır. Amaca varmak için kandırmayı anlatır!..
Yapmacığın, iki yüzlü davranmanın, siyasette yeri vardıor. Bir kere politika sözü
çok yüzlü demektir! Ortaçağda İtalyan düşünürü ve yöneticisi Niccole Machiavelli,
Prens adlı kitabıyla siyasetçilere tavsiyelerde bulunmuştur. Amaca götüren her
aracın mübah olduğunu, devletin sorgulanmaz olduğunu tavsiye ve telkin etmiştir..
Yüzyıllar öncesinin tavsiyelerine, gümüzde de uyulmaktadır..
İki yüzlülük siyasettir!
Futbol gibi seyirlik ve para kaynağı sporlarda şike yapılmıyor mu? Önceden
belirlenmiş bir sonucu, iki tarafın elbirliğiyle gerçekleştirdiği; düzmece yarışa şike
denmiyor mu? Seyirciler gerçek bir yarışa para ödediklerini sanırken, şikeciler malı
götürüyorlar.
Bu toplu dolandırıcılıktır!..
Danışıklı döğüş, kayıkçı kavgası, çıvgar, muvaza görünüşte bir kavgadır. Yalandan
bir çekişmedir. Kargaşı çıkarırlar, o sırada seyircinin cepleri boşaltılır. Aman kimseye zarar
gelmesin diye. Bu kavgayı ayırmaya girişenler gerçekten soyulur! Atalar “dayağı aracılar yer!”
demiştir. Soyulduğunun yanında, yediği kaza yumrukları da cabasıdır!
Çıvgar güreşteki şikedir. Bir grup güreşçi, en iyi pehlivanı safdışı etmek için anlaşır!
Bir kısmı iyi pehlivanı yorarken, yapmacık yenilgilerle ötekiler, hasmını diri olarak üstüne
salarlar! Çıvgara düşen pehlivan iflah olmaz! Çıvgarcılar parsayı ve bahşişleri üleşirler!
Kumarcı bitirimler de çıvgara adam düşürürler. Paralı bir kumarbazı aralarına alıp
sövüşlerler! Hepsi ona karşı oynar! Kazandıkları ortaktır. Çıvgara düşen kumarcı, ortada
dönen parayı kaybedendir!...
Muvaza, hukuk dilinde, niyet ettiği sözleşmeden başkasını yapmaktır! Bağışladığı malı,
satış gösterir! Hak sahiplerinin haklarına erişmesini önlemek ister!
Hepsi hukuka, ahlaka aykırı eylemleri anlatır!....
Takiyye siyasetteki çıvgarın, şikenin adıdır. Daha geniş kapsamlıdır. Takiyyeci olduğundan
başka görünendir. Yani olduğu gibi değil, olması gerektiği gibi olandır! Dinde buna münüfıklık
denir. Takiyyeci kendini oynamaz. Rol yapar. Oynaması istenen kimlik ve kişiliğe bürünür!
Baştan başa davranışları, sözleri ve eylemleri roldür. Yalandır!..
Kandırılan halktır! Partiyi oluşturanlardır! Partiye oy verenlerdir. Seçmenin oy verdiği;
halkın hoşlandığı gönüşteki kimliktir! Oysa o gerçek kimliğiyle ve fikriyle ortalıkta dolaşan
değildir. Tiyatro sanatçısı gibi kendine biçilen rolü oynamaktadır..
O bir demokrasi dolandırıcısıdır!
Halkı cezbedecek tavırlar sergiler! Yer yer efelenir, yiğitlenir! Cesur ve atak, korkusuz
görünür! Acıması yoktur! Rolüne zarar verebilecek herkes hasmıdır. Yok eder!
Kendisine o rolü verenlerin emirlerini yerine getirir!
Zamanı gelinceye kadar gerçek kimliğini ve gömleğini gizler!
O zamana kadar, söylemesi gerekenleri ölçülü seçer!
Önceden söyledikleri ayaklarını dolanır! İnkar eder! Yaptıklarını perdeler! İyi şeyler
yaptığını söyler! İletişim kanalları bunları şişirip yinelerler! Hıh deyicileri, aynı cümleleri
yinelerler! Sade yurttaşlar tekrarlanan bu sözleri beğenir ve inanırlar!
Şaşmaz doğrular sanırlar! Gönlündeki kahramanın yerine koyar! Ona destek ve oy verir!
Sevgileri coşkuludur! Samimidir! Göze batan yanlışlarını bile görmezden gelirler!.
Ekonomiyi överken, enflasyonu yenerken, zamların ne diye sırtına yüklendiğini düşünmez,
sorgulamazlar! Gözleri, gönülleri bağlanmıştır.
Takiyyeci yalan söyler! Bugün söylediğini yarın inkar ederler! İki adım ileri, bir adım geri
atarak yürürler! Ayarlı haber kanalları, onları öve öve bitiremezler! Parsadan onlara da
pay dağıtırlar. Şimdi zaman ol zamandır!
Birisi “bozar”, ötekisi “düzeltir!”
İki başlılıktan söz edip efelenir! Ertesi günü uyum içinde çalıştıklarıyla övünür!
Biri yasaklar, ötekisi çözer! Biri “sap gibi dikilir” ötekisi, uzaklara sığınır!
Bunun adı takiyyedir! İki yüzlülüktür! Münafıklıktır! Kimin umrunda?
Amaca götüren her yol mübahtır!
Nereye kadar?
Sağlıcakla kalın.... Hasip ÖZTÜRK

6 Kasım 2012 Salı

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ

Basın özgürlüğü
Anayasa'nın basın özgürlüğü maddesi “Basın hürdür, sünsür edilemez.” diye başlar!
Basın hürriyeti, düşünce ve kanaat hürriyetinin, haberleşme özgürlüğünün işlediği bir düzende yaşar. Düşüncelerini, kanaatini herkesin, çekincesiz olarak; söz, resim, yazı ves yollarla açıklayabildiği bir düzende, basın özgürlüğü yaşar..
Kanaat sahibi olmak, kanaatini ve düşüncelerini açıklayabilmek, haberleşme
özgürlüğünün işlemesi Anayasa güvencesi altındadır.
Bir de sansür denilen öcü var. Kişilerin, kurumların ya da toplulukların kanaat ve düşüncelerini, önce devlete danıştığı sistemdir. Devlet izin verirse açıklar, izin
vermezse susar! Buna sansür diyorlar..
Özgürlüklerin Anayasa güvencesine alınması, özgürlükleri işlemez kılan sansürü
önlemek içindir. Sansür varsa, her türlü yayın, haber, yazı, resim, film, tiyatro eseri,
kitap devletin izni olmadıkça yayınlanamaz..Şimdi “sansür” denilen örtü, sadece
yasayla belirlenmiş, kamu düzenini koruyan sebeplere bağlıdır. Yani bunlardan birine
takılmadıkça, sansür edilemez..
Bunun aksi olmaz mı? Olmadı mı? Pekala oldu!
Anayasa'nın bu amir hükümlerine karşın, basbayağı sünsür fi'ilen işlemiştir! En büyük
basın gruplarından birisine, “vergi incelemesi” yaptırılmıştı. Altından kalkılamaz
vergi borçlarıyla yüklenmişti. Sonuçta “ Ay kurtulmuştu!” ama “grup” ne çekmişti!
Elindeki basın araçlarını, satmak ve küçülmek zorunda kalmıştı! Hükumeti eleştirmenin bedelini pahalıya ödemişti! Bu etkili bir sansür değil midir?
Bunu görüp yaşayan diğer basın kurumları “edeplenme” zorunluğu duymamış mıdır?
İktidarın istemediği köşe yazarı için patronuna “kurtulun!” diyen devletlinin isteği
karşısında, o köşe yazarının işine devam etmesi mümkün müdür?
Basının zorunlu ihtiyaçlarının temininde yaşanan yapay güçlüklerle, “edepli basın”
yaratılmıyor mu?
Sivri gazetecilerin “terörist” diye, belirsiz süreli hapse tıkılması, bir sansür aracı
değil midir?
Eleştirileri, kişiliğe saldırı sayıp “maddi-manevi tazminat” davaları ikame etmek
bir baskı aracı değil midir? Bunları gören gazetecinin, köşe yazarının düsünce ve kana-
atini yazmaktan çekindirilmesi, apaçık sansür değil midir?
Allahtan Yargıçlar var!
Yargının, kuvvetler ayrılığında bağımsız ve yansız bir güç olduğunu unutmayan
yargıçlar! Davacı Recep Tayyip Erdoğan, davalı Oktay Ekşi'dir. Tazminat istemi red
edilmiştir. Yer, Ankara 9.Asliye Hukuk Mahkemesi...
Karar bir hukuk dersi niteliğindedir!
...Demokratik bir toplumda ifade özgürlüğü (...) yöneticilerin veya kamu
makamlarının hoşuna gidecekleri söylemek hakkı değildir, hertürlü düşünceyi
açıklama özgürlüğüdür. Düşünce ve düşünceleri açıklama özgürlüğü, demokratik
süreçte önemli bir yer tutmaktadır. (...) Eleştiri övgü olmadığına göre, sert, kırıcı
ve incitici olmasının doğal olduğuna (...) Gazetecilerin yaptığı her eleştirinin suç
sayılıp manevi tazminata hükmedilmesi halinde, mahkemelerin sansür işlevi
göreceği ve basının temel hakkı olan basın özgürlüğünü ortadan kaldıracağı
gözden ırak tutulmamalıdır. (..)
Hani, bir Romalı haksızlığa uğratıldığında “Roma'da hakimler var!” sözünden
güvence duyarmış. Tüm dönüştürme çabalarına karşın, Türkiye'de hakimler var!
Cumhuriyet Bayramı'nı kutlamayı bile yasaklamayı bir güç denemesi sayanları, demokrasi inancımız pişman edecektir!...
Sağlıcakla kalın.... Hasip ÖZTÜRK

30 Ekim 2012 Salı

YASAKLAR

YASAKLAR
Yasakları yasaklayın demiştik!
Yanlış anlaşıldı herhalde..
29 Ekim günü, Cumhuriyetin ilanının 89.ncu yıl dönümüydü.
Atatürk heykellerine çelenk konulması yasaklandı!
Cumhuriyet bayramı kutlaması yasaklandı!
Devletin kutladığına katıl, ayrıca Cumhuriyet Bayramı kutlama!
Niçin?
İstihbarat aldık! Kutlayamazsınız!
Senin görevin, istihbaratı sonuçsuz bırakmaktır!
Benim Cumhuriyet Bayramını kutlayabileceğim ortamı sakin,
ve güvenlik içinde bulundurmaktır!
Otuz Ağustos günü de istihbarat almıştınız!
Zaferin kutlanmasını engellediniz!
19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı'nı okullara hapsettiniz!
23 Nisan Çocuk Bayramı'nı da hava muhalefeti bahanesiyle
engellediniz!
Her “Bayramda” bir sancı tutması nedendir?
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş aşamaları geldiğinde, ulusal bayramlar
geldiğinde; halkın bayramı kutlamaması için özel çaba göstermektesiniz?
Niçin?
İnandırıcı değilsiniz!..
Cumhuriyet değerlerini unutturmak mı istiyorsunuz?
Cumhuriyete kanıyla, canıyla hizmet vermişleri unutturmak mı istiyorsunuz?
Atmaya gelince mangalda kül bırakmazsınız!
Satmaya gelince, yıllardır, Cumhuriyetin birikimlerini satarak ayakta
durmaktasınız!
Sonra da nankörlük edersiniz! Cumhuriyet onca yıldır ne yapmış?
Sata sata bitiremediniz!
Şimdi denizin dibi göründü, dağları, dereleri, ormanları satmaya sıra geldi!
“Yolun sonu görünüyor!”
Gülün dikeni vardır.
Dikenleri içeri tıktınız!
Orduyu aşağıladınız.
Basını susturdunuz!
Besleme basın yarattınız!
Aleyhte yazanları işsiz bıraktınız!
Gazetecileri hapse tıkmada, dünya rekortmeni oldunuz!
Eeee!
“Yolun sonu görünüyor!”
Zulümle bir yere varılmaz!
Kimse varamadı.
Siz de varamayacaksınız!
Hesap var hesap!
Yolunu yordamını gösterdiniz!
O yollardan birlikte geçeceksiniz!
Bir düşünün hele!
Sağlıcakla kalın.... Hasip ÖZTÜRK

23 Ekim 2012 Salı

ŞİKAYET HAKKI

Şikayet hakkı
Bireyin şikayet hakkı vardır.
Yasalara aykırı düşen, suç işlenildiği kuşkusu veren bir halin, Cumhuriyetin
Savcılıklarına iletilmesiyle kullanılan bir haktır..
Şikayet hakkı yasa koruması altındadır..
Bazıları için şikayet hakkı, başkalarını taciz ve baskı altına almak için kullanılan
bir araçtır! Şikayetinde haksız çıkmanın bir bedeli de yoktur.
Şartları varsa iftira, hakaret suçları doğabilir...
Fazıl Say hakkındaki suç duyurusu, konuyu gündeme getirdi.
Cumhuriyetin savcısı, suç unsuru görmüş olmalı ki, konuyu sulh ceza
mahkemesi önüne getirmiştir. Kamu davası açmıştır!
Bu da onun takdiridir.
Vaktiyle, birileri Muazzez İlmiye Çığ'ı şikayet etmişti.
Bir asra sığan ömre erişmiş 'Sümer Ana' M.İlmiye Çığ'ı hakim önüne çıkardılar.
Orada kendisini savundu. Aklandı!..
Müşteki, sonucu itibariyle haksız bulundu.
Bir yaptırımı yoktu! Yaptığı yanına kar kaldı!.
Fazıl Say, bir twit (cıvıltı) atmış! Bin sene öncesine ait, Ömer Hayyam'dan bir dörtlük
yazmış! Üstüne üstlük bir de Ateist olduğunu yazmış! Sen misin bunları yazan?
Birileri yememiş içmemiş dinime hakaret ediyor diye “şikayet hakkını” kullanmış!
Savcılık, suçlamayı ciddiye almış olmalı ki, kamu davası açmış!
Bu yakınlarda duruşması varmış!
Dellillerin toplanması için, duruşma ileri bir tarihe ertelenmiş!
Dava açılırken gerekli deliller toplanmamış mı?
Suç unsuru var mı diye bir bilirkişi incelemesi yapılmamış mı?
Savcının meslek kültürü içinde çözebileceği konularda, bilirkişi raporu almasına
bile gerek yoktur. Re'sen değerlendirir ve kovuşturmaya yer olmadığına karar verebilir..
Dosyada kamuoyuna yansımamış şeyler de mi var?.
Demem şu ki, bazı kişiler haklı, haksız “şikayet hakkını” kullanırlar.
Savcılık makamı, yargı aşamasına geçmeden, bunların pek çoğunu ayıklar!
Kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Müşteki ısrarlı ise en yakın ağır ceza
mahkemesinde itiraz edebilir.
Düşünme ve düşünceyi açıklama suç değildir. Fikir özgürlüğü, şikayet hakkı kadar
kutsal bir haktır.. Demokrasilerde “dokunulmaz” haklardandır...
Savcılık soruşturması sırasında, gereken ayırım yapılarak, düşünceye ilişkin suçlamaların
o aşamada söndürülmesi gerekir..
Şimdi Fazıl Say üzerinden spekülasyonlar yürütülmektedir.
Artık bu dava dünyanın gözü önünde yürütülmektedir.
Türkiye'nin dünyadaki ve Avrupadaki yeri, bu davalarla saptanacaktır.
Sayın Başbakan, “ Bir şiir okuduk, hapis yattık!” diye yakınmaktadır.
Yargılanması ve hapis cezası alması gerçekten inciticidir.
İncinmekte ve yakınmakta haklıdır!
Ancak, devr-i iktidarında, benzer sebeplerle başkalarının yargılanıyor olması da inciticidir!
İnfaz gibi tutuklama süreleri de inciticidir.
Toplumu, fikir sahiplerini, karar mercilerini etkileyen baskıların açık işaretidir!
Baskı altındaki toplumlarda ne demokrasi, ne de ' ileri ' demokrasi gelişir!
İnsanların fikrini açıklamaktan ürkütülmesi, demokrasiyle bağdaşmaz!
Fikrini, düşüncesini açıklayanların, yargı önüne taşınması, baskı unsuru olarak
kullanılamaz!Yargının bir baskı unsuru gibi kullanılması, başta toplumun adalet ve
güven duygusunu sarsar!
Ölçülü, duyarlı ve saygılı olunması gerekir!.
Sağlıcakla kalın.... Hasip ÖZTÜRK